dakikada teslim garantisi vermek’ yerine paradigmayı ‘30 dakikanız var’a çevirdiler böylece 30
dakika kullanıma yani Dominos ’un DNA ‘sı kullanılmış oldu.
Korkusuz bir yaklaşım sergilemek gerekir. Çünkü belirsizlik çağında korkusuz olmak bizi
cesaretlendirir. Ancak bu korkusuzca davranma sebebiyle de birçok dev marka iflas etmiştir.
Aslında burada korkusuz olmak mantıksız olmak anlamına gelmemektedir veya korku nedir
bilmemek değildir kesinlikle. Önemli olan makul ve mantıklı kararlar çerçevesinde cesur,
dinamik ve yenilikçi olabilmeliyiz. Peki bilinmezlikten korkarken var olduğumuz durumdan
neden korkmayız? çünkü o duruma alışkınızdır. Doğru mu? Ama aslında vasat durumumuzdan
da korkmamız gerekmektedir. Bazı şeyleri değiştirmek için cesur ve mantıklı olmalıyız. Korku
aslında iyi bir haberci de olabilir. Çünkü korkumuz arttıkça gerçekten yeni ve taze şeylere
yaklaştığımızı hissedebiliyoruz. Hepimiz bilinmeyenden korkarız, bildiklerimizden korkmayız.
Yani korktuğumuzda, bilmediğimiz bir duruma doğru ilerlediğimizde onu öğrenmek için çaba
göstermeliyiz. Ondan kaçmak bir çözüm yolu değildir.
Hata yapmaktan, düşmekten korkmamalıyız. Hata yaptıkça, düştükçe birlerinden bizi
kurtarmasını ya da kaldırmasını beklememeliyiz. Tekrar tekrar denemeliyiz. Bu yolda, bu
belirsizlik yolunda çabalarımız bizi daha mutlu bir insan yapacaktır. Çünkü çabaladıkça ve
karşılığını aldıkça mutlu olacağız, çabalamadan elde ettiğimiz hiçbir şeyin kıymetini
bilmeyeceğiz. Düşmek bir başarısızlık demek değildir kesinlikle. Düşmek de başarı yolunun bir
parçasıdır aslında. Hiç kimse hata yapmak istemez, haksız duruma düşmek istemez ama eğer
İnovasyon doğrultusunda ilerlemeye karar verdiysek hata yapmak konusunda da cesur olmalıyız.
Gerçek anlamda büyük bir inovasyon yapmak istiyorsak o binlerce belki de milyonlarca yanlış
hata bize yeni bir fikir getirebilir. Bu yüzden sonuca değil gidişata bakmalıyız. Düşmek de bu
yolun bir parçasıdır bunu hiçbir zaman unutmamalıyız.
Aklınızda bir fikir varsa eğer mümkün olduğunca büyük düşünmeliyiz ama gerçekten
büyük düşünmeliyiz. Sonra bir köşeye çekilip aslında bu düşüncenin yeterince büyük olmadığını
kendimize ispatlamalıyız. Müşterilerin bakış açısından kendimizi gözlemlemeliyiz ve detaylı bir
analiz yapmalıyız. Acaba gerçekten ihtiyaçları karşılıyor mu? Müşterilerin gerçekten böyle bir
ürüne ihtiyacı var mı? Ayrıca bize farklı bakış açıları kazandıracak kişiler gerekmektedir. Bunlar
ise farklı düşünen tasarımcılar olabilir ya da müşterilerden geribildirim alabiliriz ve hatta ve hatta
rakiplerimizden bile farklı bir bakış açısı yakalayabiliriz.
Bir sonraki ise düşüncelerimizin yeterince küçük olduğundan da emin olmalıyız. Peki ya
pazarda diğer rakiplerin unuttuğu ve bizim bu alanda egemenlik kuracağımız durumlar söz
konusu mudur? Kendilerinde inovasyon yapacağımız kişiler ve gruplar var mıdır? Örnek
vermek gerekirse Amazon retweet özelliğini hepimiz seviyoruz veya iPod piyasaya
sunulduğunda insanlara araba teybine farklı bir bakış açısı kazandırmıştı. Teyp üreticisi firmalar
kendilerini basit bir Jak girişi ekleyerek çok hızlı adapte olabildiler. İşte bizimde kendimize
sormamız gereken en büyük sorulardan bir tanesi, kimsenin girmeyeceğini söylediği veya daha
önce hiç düşünmediği ve bizim de esin kaynağı olabileceğimiz alanlar var mıdır?
Ürünümüz mutlak niteliklere sahip midir? Ürünlerimiz acaba en büyük, en küçük, en
yavaş, en hızlı en gürültülü, en sessiz gibi ‘en’leri var mıdır? Hangi niteliklerimizin karşılığında
veya yanında daha sözcüğü yer alabilir. Ürünlerimizi en eklemek için daha neler katabiliriz?
Tabii ki biz ‘en’ dedikçe rakiplerimiz bize ‘daha’ diyerek karşılık verecektir. Biz de onlara
‘daha’ diyerek karşılık verebiliriz ama bu bizi çıkmaz bir döngüye götürebilir.
22