Yazarkafa Dergi Mayıs-Haziran 2016 | Page 36

“ Öylesine bir dile sahip olmalısınız deniz gibi, derya gibi olmalı kelimeler içinde yüzmelisiniz uçsuz bucaksız mevzuları derin dalışlar yaparak mânâya cümleler giydirebilmelisiniz. Kelimelerle algıları işleyip anlamlandırıp anlatabilmelisiniz… Dosya konusu Cemil Meriç Kâmus; deniz, derya, lûgat ve büyük sözlük gibi anlamları muhteva eder. Cemil Meriç’i anlamak için bize bir işaret fişeği hükmündedir bu söz. Kendinize ait bir sözlüğünüz olmalı öyle ki kelimeler ve kavramlar idrak süzgecinizden geçerken sizde size özel anlamlar oluşturmalı. Kelimeleriniz sizi anlatmalı size özgü olmalı… Bir diliniz olmalı yani, kendinizi anlatabileceğiniz; konuşma dili değil algılama ve anlatma dili. Bu dildir ki işte namustur. Kendinizce algılayamaz düşünemez ve anlatamazsanız o zaman kaybetmiş olur işte namusumuzu. Dil bilinçtir. Bilincimizi namus gibi korumalıyız. Namus kavramı bile değişiklik arz eder farklı coğrafyalar da oysa burada ki namus uğruna ölünebilecek bir mefhumdur Cemil Meriç’in dilinde... Öylesine bir dile sahip olmalısınız gibi deniz, derya gibi olmalı kelimeler içinde yüzmelisiniz uçsuz bucaksız mevzuları derin dalışlar yaparak mânâya cümleler giydirebilmelisiniz. Kelimelerle algıları işleyip anlamlandırıp anlatabilmelisiniz… Bir “dert” sahibi olan insan için yaşam demektir bu dil. “Kamus nâmusurdur! 21.yy; kavramlar karmaşası çağı… mezarlığı ve Cemil Meriç’e bir konum belirmemek en zor işlerden biridir. “Sol” mudur yoksa “Sağ” mı? “Mahkemede Marksist olduğumu haykırmıştım. Ümitsizlikten doğan bir isyandı bu, bir nevi meydan okuyuş, yalnızlık içinde bir şey olmak ihtiyacı…“ Bu haykırışa pek de alışık değildik o yıllarda üstelik yeni kurulmakta olan bir devlet mekanizması ile karşı karşıyaydı. Marks’ın ortaya koydukları ve söylediklerini bile Cemil Meriç’in anladığı şekilde anlamlanıyordu O’nun dimağında. Batı kültürel olarak emperyalizm ile özdeşleşmişti. Bu özdeşlemeye kendi içinden bir reddiyeci olarak batı kültürünü sarsan salt diyalektik üzerine kurulu tılsımlı cümlelere sahip Marks, Cemil Meriç’in düşünce dünyasında mazlumun yanında zalimin karşısında durma noktası olarak belirginleşmişti. Bir isyanın sesiydi bu geçmişini kaybetmiş bir millettin beyin sancıları geçiren bir kişiliğinin, yığınlar arasında ki yıkıcı yakıcı haykırışı. 36 Sağcı ya da solcu olmak böyle insanların üzerinde kalan bir yaftadır hep. Zira neyi devirmek istediğinin farkında olmayan insanların solculuğu yahut neyi muhafaza etmesi gerektiğinden bihaber insanların sağcılığı ile kıyaslanabilecek bir durum değildi. Marksist diyalektikten ömrünün sonuna kadar faydalanmıştı. Zira o bir sosyologdu. Toplumları sınıfsal ölçekte incelemek hiç de fena bir fikir olmazdı. Fakat aynı zamanda kaybedilmiş tarihin peşinden koşan yitirilmiş dilin davacısı bir adamdı. “Batı” kültürünün kadim düşmanlarından birisi olmuştu “Türk”ler. Bu nokta-ı nazardan olayı ele alırsak zulmün karşısında durma, mazluma el uzatma, âman dileyene kılıç vurmamak yardım isteyene bütün kapılarını açmak gibi karakterlerle dolu “Türk”ler ve bu karakterlerin tarih mahkemesinde delilleriyle durduğunu gören Cemil Meriç, yeni devlet düzenine karşı sert bir Osmanlıcı, Türklük düşmanlarına karşı Türkçü, din düşmanlarına karşı ise dindardı. Olması gereken neyse oydu. Eğer muhatabı aynı şaşkınlık içinde bir Osmanlıcı olsa ona karşıda yenilikçi ve cumhuriyetçi olabilirdi.Zirâ Cemil Meriç ön yargılarla değil kendi yargılarıyla hareket eden birisiydi.