“
Öylesine bir dile sahip olmalısınız deniz
gibi, derya gibi olmalı
kelimeler
içinde
yüzmelisiniz
uçsuz
bucaksız
mevzuları
derin dalışlar yaparak
mânâya
cümleler
giydirebilmelisiniz.
Kelimelerle algıları
işleyip anlamlandırıp
anlatabilmelisiniz…
Dosya konusu
Cemil Meriç
Kâmus; deniz, derya, lûgat ve büyük
sözlük gibi anlamları muhteva eder.
Cemil Meriç’i anlamak için bize bir
işaret fişeği hükmündedir bu söz.
Kendinize ait bir sözlüğünüz olmalı
öyle ki kelimeler ve kavramlar idrak
süzgecinizden geçerken sizde size
özel anlamlar oluşturmalı. Kelimeleriniz sizi anlatmalı size özgü olmalı…
Bir diliniz olmalı yani, kendinizi
anlatabileceğiniz; konuşma dili değil
algılama ve anlatma dili.
Bu dildir ki işte namustur. Kendinizce algılayamaz düşünemez ve
anlatamazsanız o zaman kaybetmiş
olur işte namusumuzu. Dil bilinçtir.
Bilincimizi namus gibi korumalıyız.
Namus kavramı bile değişiklik arz eder
farklı coğrafyalar da oysa burada ki namus uğruna ölünebilecek bir mefhumdur Cemil Meriç’in dilinde...
Öylesine bir dile sahip olmalısınız gibi
deniz, derya gibi olmalı kelimeler içinde
yüzmelisiniz uçsuz bucaksız mevzuları
derin dalışlar yaparak mânâya cümleler giydirebilmelisiniz. Kelimelerle
algıları işleyip anlamlandırıp anlatabilmelisiniz… Bir “dert” sahibi olan
insan için yaşam demektir bu dil. “Kamus nâmusurdur!
21.yy; kavramlar
karmaşası çağı…
mezarlığı
ve
Cemil Meriç’e bir konum belirmemek
en zor işlerden biridir. “Sol” mudur
yoksa “Sağ” mı?
“Mahkemede Marksist olduğumu
haykırmıştım. Ümitsizlikten doğan
bir isyandı bu, bir nevi meydan
okuyuş, yalnızlık içinde bir şey olmak
ihtiyacı…“
Bu haykırışa pek de alışık değildik
o yıllarda üstelik yeni kurulmakta
olan bir devlet mekanizması ile karşı
karşıyaydı. Marks’ın ortaya koydukları
ve söylediklerini bile Cemil Meriç’in
anladığı
şekilde
anlamlanıyordu
O’nun dimağında. Batı kültürel olarak
emperyalizm ile özdeşleşmişti. Bu
özdeşlemeye kendi içinden bir reddiyeci olarak batı kültürünü sarsan salt diyalektik üzerine kurulu
tılsımlı cümlelere sahip Marks, Cemil
Meriç’in düşünce dünyasında mazlumun yanında zalimin karşısında durma
noktası olarak belirginleşmişti. Bir
isyanın sesiydi bu geçmişini kaybetmiş
bir millettin beyin sancıları geçiren bir
kişiliğinin, yığınlar arasında ki yıkıcı
yakıcı haykırışı.
36
Sağcı ya da solcu olmak böyle insanların
üzerinde kalan bir yaftadır hep. Zira
neyi devirmek istediğinin farkında olmayan insanların solculuğu yahut neyi
muhafaza etmesi gerektiğinden bihaber
insanların sağcılığı ile kıyaslanabilecek
bir durum değildi. Marksist diyalektikten ömrünün sonuna kadar
faydalanmıştı. Zira o bir sosyologdu.
Toplumları sınıfsal ölçekte incelemek
hiç de fena bir fikir olmazdı.
Fakat aynı zamanda kaybedilmiş tarihin peşinden koşan yitirilmiş dilin
davacısı bir adamdı. “Batı” kültürünün
kadim düşmanlarından birisi olmuştu
“Türk”ler. Bu nokta-ı nazardan olayı
ele alırsak zulmün karşısında durma,
mazluma el uzatma, âman dileyene
kılıç vurmamak yardım isteyene bütün kapılarını açmak gibi karakterlerle
dolu “Türk”ler ve bu karakterlerin tarih
mahkemesinde delilleriyle durduğunu
gören Cemil Meriç, yeni devlet
düzenine karşı sert bir Osmanlıcı,
Türklük düşmanlarına karşı Türkçü,
din düşmanlarına karşı ise dindardı.
Olması gereken neyse oydu.
Eğer muhatabı aynı şaşkınlık içinde
bir Osmanlıcı olsa ona karşıda yenilikçi ve cumhuriyetçi olabilirdi.Zirâ
Cemil Meriç ön yargılarla değil kendi
yargılarıyla hareket eden birisiydi.