Doğrular ona göre değişmezdi.
kültür algısının muhteviyatı.
sahip olduğu aşikardır.
“Ne batıyı tanıyoruz ne doğuyu...
En az tanıdığımızsa kendimiziz. Biz
Müslümanlığından, doğululuğundan,
Türklüğünden utanan, tarihinden utanan, dilinden utanan şuursuz bir yığın
haline geldik..”
Oğul Mahmut Ali de babasının
Marksistliğinden
şüpheliydi.
Mağaradakiler adlı kitabından şöyle
diyordu babası için; “Marksistim
dediği zaman tek bir işçinin elini
sıkmış değildi. Sadece namuslu olmak,
korktuğu için sustu dedirtmemek istiyordu. (...) Bir sığınaktı Marksizm,
bir kaçıştı, bir yaşama gerekçesiydi.
Belki de inanıyordu Marksizm’e. Eziliyordu ve ezilenlerin yanındaydı. Ama
kimdi bu ezilenler? Bilmiyordu. Kitaplardan tanımıştı sosyalizmi. Ne kadar anlamıştı? Anlayabilir miydi? (...)
Marksizm, gerçekten meçhul’e, yani
rüyaya kaçıştı “ Bir batılı değildi Cemil Meriç ama batıya giden bir gemide
doğulu zoraki yolcuydu. Gemide ki
çoğu insandan farkı rotanın yanlış
olduğunu görmesi ortak yönü ise zoraki yolcu olmasıydı. Marksizm bu köle
gemisinden kürek mahkumlarının bir
gemi kaptanı olabilme hayali olarak
kazınmıştı hafızalara. Sermaye –güç
dengesini bozmayı vaat eden bir ideoloji nasılda özlem duyulan bir şeydi o
günlerde.
“Hülasa edelim: realite, ideolojiden
önce mevcuttur. İnsanlar, önce birbirleriyle münasebete girişir, sonra bumünasebetleri anlamağa çalışırlar.
“Hayatı tayin eden şuur değil, şuuru
tayin eden hayattır”, ideolojiler sosyal
realiteyi olduğu gibi yansıtamazlar. Bu
sadakatsizliğin temel sebeplerinden biri
işbölümüdür. Marx’a göre, işbölümü
maddî faaliyetle manevî faaliyeti, istihsalle istihlaki, intifa ile emeği birbirinden ayırır. Üretenlerle tüketenler, elleriyle çalışanlarla kafalarıyle çalışanlar,
fabrikadakilerle tarladakiler, realitenin
ayrı ayrı parçalarını görürler. Bütünü
kucaklayamaz böyle bir görüş; sosyal
münasebetleri bozarak, sakatlayarak
aksettirir, işbölümü geliştikçe, bu parça
parça idraklerden az-çok tutarlı bir ideoloji yapmak ayrı bir görev haline gelir.
Bu yüzden de düşünce gittikçe pratikten uzaklaşır, yani realiteden kopar.
İnsanlar kendilerini batılı yahut batılı
olma aşkıyla, doğulu yahut doğulu
kalabilme sevdasıyla kategorize edebilirken. Böyle özetlemişti durumu
üstat. Batıdan bihaber doğudan bihaberiz… Oysa daha da felaket durum ise
“kendi”mizi hiç etmişiz. Kaybetmişiz
kimliğimizi, hükümsüzüz. Birde kimlik dileniyoruz batıdan yahut tarihe
bakıp doğulu olduğumuzu hatırlamak.
Bir Çinli olabilir bir Amerikalı olabilir bir Afrikalı olabilirdi okur öğrenir
en azından sağlam bir taklit olabilirdik oysa bir tek“kendi”miz olmak
gelmiyordu elimizden, geçmiyordu
aklımızdan. Türklüğümüzden utanır
olmuştuk,
tarihimizden,
dilimizden, dinimizden… Utanır olmuştuk
“kimliğimiz”den… “Şuursuz” bir yığın
haline gelmiş getirilmiştik(!) çünkü bir
kültürümüz bile kalmamıştı(!).
“İrfan asaletini kaybetti. Hafızaya çakıl
tası gibi saplanan bilgi kırıntılarına
yeni bir ad bulduk: kültür.” Kültür
algımızın özeti! “şuursuz” kalabalığın
Marksist sistematiği her daim kullandı
Cemil Meriç ama ona göre Marksizm
solun anladığı Marks‘dan çok farklıydı.
Ümrandan Uygarlığa adlı eserinde
metodoojikl bir Marksizm anlayışına
İşbölümü, sınıf bölümü haline gelince,
sınıflardan biri ötekilerini baskısı altına
alır. Ve hâkimiyetini bir ideoloji ile
perçinler. Her çağda hâkim olan tek
ideoloji, hâkim sınıfın ideolojisidir.
Fikir imalâtçıları, umumiyetle hâkim
sınıfın çocuklarıdır. Çünkü hâkim
sınıfın boş vakti vardır, yani kültür
onun inhisarındadır. Hâkim sınıf, sosyal durumu sayesinde, ideolojisini
bütün topluma yayar. Bir kelimeyle,
her devirde hâkim sınıfın düşünceleri
hâkim düşüncelerdir. Maddî güçle
manevî güç birlikte yürür. Maddî istihsal vasıtalarına sahip olan, manevî
istihsal vasıtalarım da elinde tutar. Hâkim sınıfın düşünceleri sosyal realiteye
dayanıyorsa, bu fikirlerin kucağında
doğduğu sosyal realite fiilî olarak
yıkılmadıkça, bu fikirler de yok edilemez.
Ne var ki, bir ideolojiyi doğuran şartlann
yavaş yavaş ortadan kalkması, bu ideolojiyi de ortadan kaldırmağa yetmez.
Zihinlere kök salan, kadrolarını kuran
bir ideoloji, kendisini yaratan içtimaî
şartlar yok olduktan sonra yaşayabilir.
Bu içtimaî şartlar yalnız kısmen
değişmişse, ideolojik değişme de kısmî
olabilir. O zaman düşüncelerde bir
gelişme olduğu sanılır. Eski ideolojilerde, yeni ideolojileri müjdeleyen
37