Edip Cansever , şiirde soyut bir dil kurmaya meyilli olduğunu Dirlik Düzenlik ’ te belli eder . Edip Cansever şiirinin kuruluşunaysa 1957 tarihli Yerçekimli Karanfil ’ le birlikte tanıklık etmeye başlarız . Gerçi Yerçekimli Karanfil ’ i oluşturan şiirlerin büyük bir bölümünü de gözden çıkarır Cansever ilerleyen yıllarda . Ama kalanlar o şiirin işaret fişekleridir . Aynı zamanda İkinci Yeni şiirinin de ilk örnekleridir bu şiirler . Kelime seçimi , dize düzeni , kelimelerin çağrışım gücüne yaslanan bir anlatımın benimsenmesi yeni bir şiirin müjdesini vermektedir .
1958 yılında yayımlanan Umutsuzlar Parkı , Cansever ’ in uzun şiirleriyle okurun tanıştığı kitaptır . Umutsuzlar Parkı ’ nda , Edip Cansever ’ in ileride yazacağı uzun şiirlerin ilk denemesini görürüz . Uzayıp giden bir yalnızlığı yazar gibi uzatır şiirlerini . Dize yapısıyla oynar . Düzyazı diline yatkınlığını gösterir , ancak kapalı ve çok katmanlı imgeler kullanmaktan geri durmaz . İngiliz şair T . S . Eliot ’ ın etkisiyle dize ve sözcük tekrarlarına yönelir . Böylece şiirini ses zenginliğiyle süsler .
Petrol ve Nerde Antigone kitaplarında kısa şiirlerle anlatımı derinleştirir Edip Cansever . Şiirde kişilere yer vermeye , kendi deyimiyle söylersek “ şiiri bölme ” ye başlar . Kişilerin öykülerine yer vererek onları bütünden soyutlayarak anlatmaya girişir . Kalabalıklardan , bankalardan , borsalardan , yüksek binalardan korkan , bunların arasında kendisini küçücük gören günümüz insanını tarihsel kişilerle paralellik içinde ele alarak çarpıcı bir anlatım yakalar . Sofokles tragedyalarının kahramanı olan Antigone ’ den açıkça bahsetmeden , onun hikayesiyle bağ kurar Nerde Antigone ’ de .
Edip Cansever ’ in her kitabı , daha önceki kitaplarında edindiği deneyimlerden beslenir . Cansever , şiirini dümdüz bir çizgi gibi uzatmayı değil sarmallar şeklinde ilerletmeyi tercih eder . Eski duraklara uğrayıp oradan alabileceklerini alır , onları yeni renklerle boyar . Uzun şiirler yazarak anlatımı geniş bir zemine yaymayı , sonra daha kısa şiirlerle dar alanda yoğun anlatımı yakalamayı denedikten sonra 1964 yılında Tragedyalar ’ ı yayımlar Cansever .
Tragedyalar tek ve uzun bir şiirden oluşur . Antik Yunan tragedyalarının biçim özelliklerinden yararlanan Edip Cansever insanı trajik bir varlık olarak masaya yatırır . Yirminci yüzyılda Avrupa felsefesinde önemli bir yeri olan varoluşçuluk akımına felsefe dışından , şiirle destek verir Edip Cansever . Yerleşik bir felsefe dilinin oluşmadığı toplumlarda , şiir söylemiyle felsefe söyleminin aynı gövdede bir arada bulunduğunu görürüz . Edip Cansever , modern Türk şiiri içinde buna iyi bir örnek teşkil eder . Burada Edip Cansever şiirinin ayırt edici yönü karşımıza çıkar . Edip Cansever “ düşüncenin şiiri ” nin peşindedir . Düşünceyle şiir arasında kurduğu ilişkiyi şu şekilde açıklar : “ Günümüz şairi yaşadığı , gözlemlediği olaylardan , varlıklardan , hazır doğrulardan hareket ederek belli bir düşünceye vardırmak istemiyor okuyucuyu . Tersine , o ilkin kendi düşünce evrenini kuruyor , sonra da bu evrene uygun bulduğu bazı olaylardan , bazı varlıklardan yararlanıyor . Düşüncelerinin değişimi de gelişimi de onu her zaman bir araştırıcı , bir deneyci durumunda bırakıyor . Böylece , şairlerimiz pek doğal olarak yeni yeni şiir ortamlarına varıyorlar . Artık şiirlerimizdeki insan , düşüncelerimizin yarattığı bir düş-insan olarak beliriyor . Yani şiir hayatı temsil etmiyor sadece ; o , düşüncelerimiz açısından gördüğümüz çok geniş bir hayatı temsil ediyor .” ( Edip Cansever , Şiiri Şiirle Ölçmek , YKY sf . 92 )
Stepan , Vartuhi , Armenak , Diran ve Lusin adlı beş kişi etrafında dönen bir tragedyadır Cansever ’ in anlattığı . İnsanlığın yeni ve öncekilerden zorlu bir trajik döneme girdiğini düşünür Cansever . Bunun sanata yansımasıyla ilgili de şöyle söyler : “ Ben bu trajik süreci , acının daha yeğin bir acıyla , yenilginin daha zorlu bir yenilgiyle , yer değiştiregeldiği bir insanlık yazgısı olarak düşünemiyorum . Böyle olsaydı zenginliğinden çok şeyler yitirirdi trgedya . Bana kalırsa o , kendini küllerinden bir daha bir daha yaratan Phoneix örneği , insanlığın da yeniden doğuşunu , direncini , yaşama tutkusunu hazırlayan korkulu bir düş alanı
20 olmalı .” ( Edip Cansever , Şiiri Şiirle Ölçmek , YKY sf . 129 )
Edip Cansever , diyalog yöntemini denediği Tragedyalar ’ dan sonra Çağrılmayan Yakup ’ ta monologlara yönelir . Ortak özellikleri yalnızlık olan ve toplumun çeşitli kesimlerinden gelen insanları konuşturur şiirlerinde . Her birinin anlattıkları , farklı bir okumayla upuzun bir konuşmanın parçaları gibi düşünülebilir . Ama tek başlarına da , diğer insanlardan , insanların oluşturduğu çeşitli gruplardan , sahte veya gerçek mutluluklardan uzağa düşmüş yalnız kişilerin iç dökmesi gibi okunabilir bu şiirler .
Düşüncenin şiirle yoğrulması gerektiğine olan inancını her fırsatta vurgular Edip Cansever . Bunun olabilmesi için de bazı şeylerin kökten değişmesi gerektiğini savunur . Diyaloglarla , monologlarla zenginleştirdiği anlatımı için “ dize ” artık bir yük olur . Bunu aşmanın yollarını arar . “ Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire ” başlıklı yazısında şöyle der : “ Mısra işlevini yitirdi ; şiiri şiir yapan bir birim olarak yürürlükten kalktı . Eski rahatlığını , o sessiz , kıpırtısız düzenindeki rahatlığını boşuna arıyor şimdi . Öfkelerin , bunlukların , başkaldırmaların dışında kendini yineliyor daha çok . Ne denli güçlü olursa görünürse görünsün , duygularımızı , gerilimlerimizi , düşünce coşkularımızı başlatıcı öğe , bir ölçü olmaktan çoktan çıktı . İnsanı , insanla gelen en çağdaş sorunları karşılayamaz oldu . Öyleyse şiiri okumalı , şiiri , usla biriktirmeli artık ; mısra ile değil . Diyeceğim , ille de bir ölçü gerekliyse bu , düşünsel-ussal bir ölçü olmalı . Tek sesli şiirden , çok sesli bir şiire yönelişteki en kapsamlı ölçü de budur sanırım .” ( Edip Cansever , Şiiri Şiirle Ölçmek , YKY sf . 134 )
Edip Cansever , şiirin mevcut biçiminin , onu tekrara düşürdüğünü keşfeder . Şiirde ele aldıklarını yeni bir biçimle ortaya koyma gerekliliği duyar . Dizeden vazgeçişin altında yatan en büyük neden budur . Edip Cansever ’ in dili , bir çeşit felsefe diline yatkındır . Soyutlamayı , konularını tek tek olaylardan , kişilerden çıkartıp onları kavram düzeyine yaymayı bilir . Kurduğu yeni dil yapısını şöyle