temellendirir: “Değişmesi gereken,
bir bakıma değişmekte olan şiire, yeni
bir ölçü bulmak zorundaysak, bu hiç
şüphesiz us dışı bir ölçü olmayacaktır.
Bunun için de alışkanlıklarımızı yenmemiz, eskimiş mantık kurallarından
kurtulmamız gerekir. Çünkü ussal bir coşku olan şiiri, ancak usun
ölümsüzlüğüyle denetleyebiliriz. Usun
ölümsüzlüğü ise, onun durmadan
değişmesi, durmadan yenilenmesi,
kuşak kuşak, çağ çağ bir gelişmeye,
bir yüceliğe aracılık etmesidir. Şiiri,
tarihsel - toplumsal koşullarından
soyutlamayı düşünmedikçe, mısra da
işlevini yitirmiş sayılır.” ( Edip Cansever, Şiiri Şiirle Ölçmek, YKY sf.
136)
Edip Cansever, Tragedyalar ve
Çağrılmayan Yakup’ta edindiği deneyimleri, Ben Ruhi Bey Nasılım, Bezik
Oynayan Kadınlar ve Oteller Kenti adlı
kitaplarında harmanlar. Diyalogların,
monologların, betimlemelerin, resmetmenin, psikolojik çözümlemelerin iç içe geçtiği dev bir şiir yaratır
böylece. Ben Ruhi Bey Nasılım, tek
kişinin tragedyasını, Bezik Oynayan
Kadınlar, kendisine kurduğu dünyadan
dışarı çıkmayı bilinçli olarak reddeden
insanların tragedyalarını anlatır.
Bezik Oynayan Kadınlar, içinde penceresiz bir odayı da barındıran, dört kişinin
ve onların düşlerinin, kırgınlıklarının,
mutsuzluklarının yaşadığı bir evde
geçer. Bütün günler birbirinin aynı ve
tekdüzedir. Aynı sürahi, aynı bardaklar, ışığın içkilerde hep aynı şekilde
kırılışı, bezik tahtasının bazen sert
bazen yumuşak ama hep aynı düzen
içinde yükselen sesi, o sesin aynalarda
çoğalması…
O müthiş yalnızlık
Bir sen vardın. Vardın da
Neden iki kişiydim
Ve yine aynı kitaptan şu dizler:
Ne yapsam bütünleşemiyordu olup
bitenler bende.
Oluşuna şaşırmış bir çakıl gibiydi
yüzüm. Dümdüz,
çizgi tutmayan bir çakıl gibi tek bir anlam çizgisi yer
etmemişti yüzümde ya da bana öyle
geliyordu.
Dışımdaki varoluş biçimleri, dışımdaki
devrimler de
durumumun yansımasıydı bir bakıma.
Tanrı adı
gibiydi bütün adlar, tanrı yüzü gibiydi
bütün yüzler.
Dünyaya sığınmış bir dünyaydı
karşımdaki.
Edip Cansever 1986 Mayısında tatil
için gittiği Bodrum’da beyin kanaması
geçirir. 28 Mayıs 1986 tarihinde, tedavi için getirildiği İstanbul’da dünyaya
gözlerini yumar. Dostu Cemal Süreya,
Edip Cansever’in ölümünün ardından
şöyle yazar: “Yeşil ipek gömleğinin
yakası/ Büyük zamana düşer/ Her şeyin
fazlası zararlıdır ya/ Fazla şiirden öldü
Edip Cansever”
Edip
Cansever’in
hayattayken
yayımlanan son kitabı Oteller Kenti 1985 tarihini taşır. 1960’ların
ortalarında itibaren Türkiye İşçi
Partisi’ne üye olan ama aktif siyasetle
uğraşmak yerine, toplumsal hareketleri
şiiriyle destekleyen Cansever, 12 Eylül
darbesinin içine kapattığı bir toplumda
kendisini bir otel müşterisi gibi hisseder. Şu dizeler, şairin içinde bulunduğu
durumu bütün çıplaklığıyla ortaya
koyar:
Birtakım adamların kır yolları sandığı
21
“
Hayatında her
şeyden önce şiir gelir
Cansever’in. Rahatlıkla
şiir yazabilmek için ticaret yaşamına da katlanır.
1954’te Kapalıçarşı’da
çıkan büyük bir yangın
Edip Cansever’in
hayatında ve Türk şiir tarihinde önemli bir olaydır.
Bu yangından sonra baba
Cansever Jak Salhoşfili
ile ortak olur ve işlerin
idaresini oğluna bırakır.
Mösyö Jak ticaretten iyi
anlayan ve Cansever’in
şiir çalışmalarına saygı
duyan biridir. Edip Cansever 1976 yılına kadar
dükkanın asma katında
şiir yazar ve konuk
ağırlarken ticarethaneyi
Mösyö Jak yönetir. Cansever yıllar sonra bu
durumla ilgili “Dükkanım
yanmasaydı sanırım şiir
filan yazamazdım. Ve Jak
anlayışlı davranmasaydı.”
diyecektir. (agy, sf 35)