Gülmek...
Bir akşamüstü dertler yine hat safhada, oturup kadim dostumla
iki lafın belini kırmaya karar verdik. En sevdiğim mekanda. Neşet Ertaş çalıyor. Çayı rakı niyetine yudumluyoruz. Adettendir,
önce bir hayata sövüyoruz. Tabi o da götüyle gülüyor. Eşitlik değil, bir nevi orantısız güç.
Neyim var, dedim. Önce sustu. Zaman geçtikçe dil de çözülüyor
tabi.
‘‘İnsanlar benden güçlerimi çaldı dostum’’ dedi. Gülüş... Gülmek... Gülememek... Gülüş önemli abi dedim kendi kendime.
Hoca espri yapınca gülersin. Arkadaşlarla oturunca gülersin,
saçmalayınca gükersin, sevgilinle bazen salak salak gülersin...
Ama yok, çalınmış. İnsanlar çalmış. İsyana teşvik bir durum.
Bakışlarımla durumun vaziyetini çaktırdığımı düşündüğüm için
sustum. O da zaten başka bir şey demedi.
Benim de içimdeki çocuğu öldürdüler, dedim.
Düşünün, 22 yaşındasın ama 10 yaşında olmak varken 40-50 yaşındasın. Güzel hayaller kurmaya üşenecek kadar yaşlanmışsın.
Aslında tripkolik dinlemek istiyorsun ama hayat sana sıkıysa bir
Müslüm Baba dinle diyor. Yarınlarını hatırlamıyorsun ama geçmişten ümidin var. Bir düşün...
Sonra, senin durum benden daha vahim bakışı attı. Ortalıkta bir
sükunet. Allah içindeki çocuğa zeval vermesin deyip ice teaye
dönüşen çaylarımızdan birer yudum aldık.
Yitik Ezgi
Denize kıyısı olan düşlere adım atmak isterken
Terk edilmiş sokaklara, boş kaldırımlara sürükleniyorum
Akibeti belirsiz umutlarımı da alarak yanıma.
Gönlümün semalarında bir garip ezgi
Söz veriyorum gece inerken şehire
Harabelere dönüyorum şehrin soğukluğunda
Verdiğim sözleri tutamadıklarım gelir aklıma ansızın
Afitap bir gecenin ardından uyanılan
sabahın soğuk bir su gibi yüzüme çarptığı gerçekler
Gerçekler...
Hayallerim yanar
Adını aldığım karanfiller solar
Müsterih şarkılar kapatır kapılarımı
Gönlümün semalarında ezgiyle kalırım bir başıma.
Gece inerken şehire...
Sümeyye AĞIM
10