Küçükyalı Arkeoloji Parkı’nda
Farklı Bir Şeyler Oluyor
İstanbul'un Anadolu yakasında, Küçükyalı Çınar
mahallesinde gerçekleştirilen proje semtlilerin
katılımı ve uzmanların çabaları ile hızla yok
olmakta olan Bizans döneminden kalan önemli
bir arkeolojik alanın, bir manastır kalıntısının
korunmasını ve üzerinde imara açılmak üzere olan
iki parselin proj e alanına kazanılmasını sağladı.
Bu alandaki diğer çalışmaları bir tarafa bırakalım,
bu gelişme bile farklı bir şeylerin olabileceğini
gösteriyor.
Olağan koşullarda yönetimler yeşil alanları, kamu
alanlarını imara açmak, değerlendirmek için çırpınırlar.
Çünkü kamu alanları sahipsizdir, boş bırakılamaz.
Oysa bu kamu alanının çevresinde yaşayan halka
sorulsa evleri değer kaybedeceği,
manzaraları kapanacağı, yaşam çevreleri değer
kaybedeceği için inşaata açılmasını istemezler.
Yöneticiler vatandaşların haklarını gözetmeye
çalışsalar bile karşılarında halka göre çok daha güçlü
bir temsil imkanı olan ilgi gruplarını, yatırımcıları
bulurlar.
EKİM 2014 - XXI 28
SORU İŞARETİ
Küçükyalı’daki arkeolojik alanın üzerindeki bu
iki parsel de eğer süreç böyle gelişseydi mutlaka
yapılaşmaya açılacaktı. Planlarda bölgenin
araştırmalar yapılarak, sınırlar titiz bir biçimde
tanımlanarak bir “arkeolojik alan” olarak işlenmesi
bile mümkün değildir. Çünkü imar planları böylesine
bir işleyiş içinde hazırlanmaz. Genellikle planlama,
projelendirme faaliyetlerini ya resmi kuruluşlar
yapar ya da ihale ile bir şirkete yaptırır. İzinler verilir.
Uzmanlar da, yerel halk da inşaat başladıktan sonra
gelişen durumu fark eder. Eğer ellerinden gelirse
itiraz ederler, çoğu zaman da çaresiz durumu
kabullenirler. Eşitsiz bir durum söz konusudur.
KORHAN GÜMÜŞ
Peki Küçükyalı Çınar mahallesindeki bu farklı
durum nasıl gerçekleşti? Çok basit: Bu gelişme
birkaç kişinin, özellikle Prof. Dr. Alessandra Ricci ve
ekibinin burada on senedir gerçekleştirdiği, yalnızca
arkeoloji ile sınırlı olmayan çalışmaları ile oldu.
Mimar Sinan Omacan da kentsel tasarım ölçeğindeki
mimarlık projesi ile bir profesyonelin böyle bir süreci
nasıl destekleyebileceğini, piyasa dışı mekanizmaları
nasıl harekete geçirilebileceğini gösterdi. Proje
çalışmalarının, arkeolojik araştırmaların entegral
bir yaklaşımla ve katılımla geliştirilmesi bile
görüldüğü gibi en zor şartlarda bile başarılı
sonuçların alınmasını sağlayabiliyor. Burada bazı
çıkar çevrelerinin, bazı art niyetli kişilerin “Roma’dan
Hıristiyan bir kadın gelmiş, burada kilise arıyor”
diye halkı manipüle etmeye, çalışmaları engellemeye
çalışmalarına hiç değinmiyorum bile. Yaratıcı
işlerin piyasaya bağımlı olması, patronaj altında felç
edilmesi, İstanbul’da yaşanan şehircilik felaketinin
belki de en önemli nedeni.
Ağustos ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
imzalanan protokol ile arkeolojik alan için bir yönetim
planı hazırlanmasına girişildi. Böylece proje ayrıca
koruma ile gelişmenin birbirini destekleyebileceğini
gösterdi. Bu kent arkeolojisi çalışması şehirde tek
“kurtarma kazısı olmayan”, yani bir inşaat nedeniyle
yapılmayan çalışma. Arkeolojik bir araştırmanın
ötesinde kent içindeki, daha önce başka işlevler
için kullanılan ve tahribata uğrayan, unutulan bir
kültür mirasının keşfedilmesini ve uygun etkinliklerle
kullanılarak korunmasını hedefliyor. Küçükyalı'da
İstanbul Arkeoloji Müzesi, Koç Üniversitesi tarafından
desteklenen arkeolojik araştırmalar şehir açısından
örnek bir koruma deneyimi oluşturuyor. Semt
halkının, uzmanların, destekçilerin ve kamunun bir
araya geldiği ve birlikte iş kotardığı bu kentsel arkeoloji
çalışması bütüncül şehir planlaması için küçük ama
önemli bir örnek oluşturuyor.
Arkeolojik araştırmalarda bugüne kadar örneği
olmayan 9. yüzyıla ait gümüş Bizans sikkeleri bulundu.
Aynı zamanda gündelik yaşama ait bilgiler veren
ilginç mühürler, keramikler, kandiller, hatta yiyecek
kalıntıları ortaya çıktı. Ayrıca bilimsel sunumlarla
tanıtılan çok önemli başka keşifler de oldu. Bunlardan
biri de hiç şüphesiz şimdiye kadar örneği bulunmamış
bir patrik mezarının da ortaya çıkarılmış olması.
İmparator I. Mikhael'in oğlu olan ve 877 yılında ölen
İgnatius'un mezarı da bu arkeolojik kazılarda bulundu.
Vatikan arşivinde bulunan 11. yüzyılda yapılmış olan
bir tasvirde Patrik Ignatius'un Ayasofya'da gerçekleşen
defin töreninden sonra Küçükyalı'ya getirilip, burada
bulunan limandan mezara nakledilmesi yer alıyor.
Bu tasvirde o tarihlerde hala ayakta olduğu belli
olan büyük bir manastır yapısı da bütün ayrıntıları
ile belli oluyor. Bu manastırın adalardan ve
denizden gözüken çok büyük bir anıt yapı olduğu da
anlaşılıyor. Anadolu yakasında Bizans imparatorunun
yazlık sarayının da olduğu biliniyor. Altyapıyı
oluşturan devasa sarnıcın Kayışdağı'ndan getirilen
suyu depolamak için kullanıldığı tahmin ediliyor. Çok
kubbeli sarnıcın üst bölümü bugün çökmüş vaziyette
ancak üstündeki manastır yapısını taşıyan büyük
açıklıklı bölüm ise ilk günkü gibi ayakta duruyor.
Yıllardır devasa bir yapıya ait olduğu belli olan
kalıntılar biliniyor ve yakınından geçen Bağdat
Caddesi'nden görülüyordu. Ancak sistemli bir
araştırma ve koruma çalışması yapılmadığı ve
bugün etrafında yoğun bir yapılaşma olduğu için
zaman içinde bu etkileyici görünüm biraz değişmiş
gibi gözüküyor. Geçmişte üzerinde belediye
dozerleri çalıştırılarak park yapılan, sütun başlıkları
Tuzla'da villa yapan kişiler tarafından alınan bu
büyük yapının yalnızca temelini oluşturan sarnıç
bölümü geçmişte denizden de görülebiliyordu.
Kalıntıların üzerinde yer alan ve bu anıta bitişik olan
iki parsel geçmişte olduğu gibi tam yapılaşmaya
açılacaktı ki, mahalle halkının da katkısı ve Kültür
ve Turizm Bakanlığı’nın da devreye girmesi ve
bölge koruma kurulunun aldığı karar ile bu parsellerin