XXI Ekim 2014 | Page 30

Küçükyalı Arkeoloji Parkı’nda Farklı Bir Şeyler Oluyor İstanbul'un Anadolu yakasında, Küçükyalı Çınar mahallesinde gerçekleştirilen proje
semtlilerin katılımı ve uzmanların çabaları ile hızla yok olmakta
olan Bizans döneminden kalan önemli bir arkeolojik alanın, bir manastır kalıntısının korunmasını ve üzerinde imara açılmak üzere olan iki parselin proj e alanına kazanılmasını sağladı. Bu alandaki diğer çalışmaları bir tarafa bırakalım, bu gelişme bile farklı bir şeylerin olabileceğini gösteriyor. Olağan koşullarda yönetimler yeşil alanları, kamu alanlarını imara açmak, değerlendirmek için çırpınırlar. Çünkü kamu alanları sahipsizdir, boş bırakılamaz. Oysa bu kamu alanının çevresinde yaşayan halka sorulsa evleri değer kaybedeceği, manzaraları kapanacağı, yaşam çevreleri değer kaybedeceği için inşaata açılmasını istemezler. Yöneticiler vatandaşların haklarını gözetmeye çalışsalar bile karşılarında halka göre çok daha güçlü bir temsil imkanı olan ilgi gruplarını, yatırımcıları bulurlar. EKİM 2014 - XXI 28 SORU İŞARETİ Küçükyalı’daki arkeolojik alanın üzerindeki bu iki parsel de eğer süreç böyle gelişseydi mutlaka yapılaşmaya açılacaktı. Planlarda bölgenin araştırmalar yapılarak, sınırlar titiz bir biçimde tanımlanarak bir “arkeolojik alan” olarak işlenmesi bile mümkün değildir. Çünkü imar planları böylesine bir işleyiş içinde hazırlanmaz. Genellikle planlama, projelendirme faaliyetlerini ya resmi kuruluşlar yapar ya da ihale ile bir şirkete yaptırır. İzinler verilir. Uzmanlar da, yerel halk da inşaat başladıktan sonra gelişen durumu fark eder. Eğer ellerinden gelirse itiraz ederler, çoğu zaman da çaresiz durumu kabullenirler. Eşitsiz bir durum söz konusudur. KORHAN GÜMÜŞ Peki Küçükyalı Çınar mahallesindeki bu farklı durum nasıl gerçekleşti? Çok basit: Bu gelişme birkaç kişinin, özellikle Prof. Dr. Alessandra Ricci ve ekibinin burada on senedir gerçekleştirdiği, yalnızca arkeoloji ile sınırlı olmayan çalışmaları ile oldu. Mimar Sinan Omacan da kentsel tasarım ölçeğindeki mimarlık projesi ile bir profesyonelin böyle bir süreci nasıl destekleyebileceğini, piyasa dışı mekanizmaları nasıl harekete geçirilebileceğini gösterdi. Proje çalışmalarının, arkeolojik araştırmaların entegral bir yaklaşımla ve katılımla geliştirilmesi bile görüldüğü gibi en zor şartlarda bile başarılı sonuçların alınmasını sağlayabiliyor. Burada bazı çıkar çevrelerinin, bazı art niyetli kişilerin “Roma’dan Hıristiyan bir kadın gelmiş, burada kilise arıyor” diye halkı manipüle etmeye, çalışmaları engellemeye çalışmalarına hiç değinmiyorum bile. Yaratıcı işlerin piyasaya bağımlı olması, patronaj altında felç edilmesi, İstanbul’da yaşanan şehircilik felaketinin belki de en önemli nedeni. Ağustos ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile imzalanan protokol ile arkeolojik alan için bir yönetim planı hazırlanmasına girişildi. Böylece proje ayrıca koruma ile gelişmenin birbirini destekleyebileceğini gösterdi. Bu kent arkeolojisi çalışması şehirde tek “kurtarma kazısı olmayan”, yani bir inşaat nedeniyle yapılmayan çalışma. Arkeolojik bir araştırmanın ötesinde kent içindeki, daha önce başka işlevler için kullanılan ve tahribata uğrayan, unutulan bir kültür mirasının keşfedilmesini ve uygun etkinliklerle kullanılarak
korunmasını hedefliyor. Küçükyalı'da İstanbul Arkeoloji Müzesi, Koç Üniversitesi tarafından desteklenen arkeolojik araştırmalar şehir açısından örnek bir koruma deneyimi oluşturuyor. Semt halkının, uzmanların, destekçilerin ve kamunun bir araya geldiği ve birlikte iş kotardığı bu kentsel arkeoloji çalışması bütüncül şehir planlaması için küçük ama önemli bir örnek oluşturuyor. Arkeolojik araştırmalarda bugüne kadar örneği olmayan 9. yüzyıla ait gümüş Bizans sikkeleri bulundu. Aynı zamanda gündelik yaşama ait bilgiler veren ilginç
mühürler, keramikler, kandiller, hatta yiyecek kalıntıları ortaya
çıktı. Ayrıca bilimsel sunumlarla tanıtılan çok önemli başka keşifler de oldu. Bunlardan biri de hiç şüphesiz şimdiye kadar örneği bulunmamış bir patrik mezarının da ortaya çıkarılmış olması. İmparator I. Mikhael'in oğlu olan ve 877 yılında ölen İgnatius'un mezarı da bu arkeolojik kazılarda bulundu. Vatikan arşivinde bulunan 11. yüzyılda yapılmış olan bir tasvirde
Patrik Ignatius'un Ayasofya'da gerçekleşen defin töreninden sonra
Küçükyalı'ya getirilip, burada bulunan limandan mezara nakledilmesi
yer alıyor. Bu tasvirde o tarihlerde hala ayakta olduğu belli olan
büyük bir manastır yapısı da bütün ayrıntıları ile belli oluyor. Bu
manastırın adalardan ve denizden gözüken çok büyük bir anıt yapı
olduğu da anlaşılıyor. Anadolu yakasında Bizans imparatorunun yazlık
sarayının da olduğu biliniyor. Altyapıyı oluşturan devasa sarnıcın
Kayışdağı'ndan getirilen suyu depolamak için kullanıldığı tahmin
ediliyor. Çok kubbeli sarnıcın üst bölümü bugün çökmüş vaziyette ancak
üstündeki manastır yapısını taşıyan büyük açıklıklı bölüm ise ilk
günkü gibi ayakta duruyor. Yıllardır devasa bir yapıya ait olduğu belli olan kalıntılar biliniyor
ve yakınından geçen Bağdat Caddesi'nden görülüyordu. Ancak sistemli
bir araştırma ve koruma çalışması yapılmadığı ve bugün etrafında yoğun
bir yapılaşma olduğu için zaman içinde bu etkileyici görünüm biraz
değişmiş gibi gözüküyor. Geçmişte üzerinde belediye dozerleri
çalıştırılarak park yapılan, sütun başlıkları Tuzla'da villa yapan
kişiler tarafından alınan bu büyük yapının yalnızca temelini oluşturan
sarnıç bölümü geçmişte denizden de görülebiliyordu. Kalıntıların üzerinde yer alan ve bu anıta bitişik olan iki parsel
geçmişte olduğu gibi tam yapılaşmaya açılacaktı ki, mahalle halkının
da katkısı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da devreye girmesi ve bölge
koruma kurulunun aldığı karar ile bu parsellerin