XXI Ekim 2014 | Página 31

solda: Küçükyalı Arkeopark alanının yukarıdan görünüşü altta: Sinan Omacan, Atölye Mimarlık tarafından hazırlanan projenin maketi SORU İŞARETİ 29 XXI - EKİM 2014 imara açılmasını
engellendi. Bu gelişme bile kendi başına kent için büyük bir kazanç.
Böylece gelişmenin başka türlü de olabileceği görüldü. Bütün bu gelişmeler mahalle halkının ve bu işe gönül veren gönüllülerin
yıllardır süren çalışmalarının bir ürünü. Araştırmayı ve projeyi
İstanbul Arkeoloji Müzesi yönetiminde gerçekleştiren Koç Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alessandra Ricci Roma'da arkeoloji eğitimi almış. Ancak
kendi deyimiyle, mesleğini icra etmek için, kendi kenti olarak
benimsediği "İkinci Roma"yı seçmiş. Bunun için Bizans araştırmalarının
kamu tarafından desteklendiği ABD veya Avrupa başkentlerinden birinde
sürdürmek yerine, Roma ve Bizans İmparatorluğu'nun başkenti olan
İstanbul'a yerleşmiş. İstanbul Roma ve Osmanlı döneminde hiç şüphesiz
dünyanın en nitelikli sanatçılarını, uzmanlarını kendisine çeken bir
kentti. Bugün de öyle olmaması için bir neden yok. Yalnızca toprağın üstünde kalan kalıntılarla ilgilenildiği ölçüde bu büyük yerleşim alanı hakkında bir bilgiye sahip değiliz, İstanbul'un birçok tarihi bölgesinde olduğu gibi. Bu nedenle şehrin en büyük zenginliklerinden biri olan arkeolojik kültür mirası ile imar ihtiyaçları ve gelişme arasında bir ilişki kurulamıyor ve genellikle arsa sahipleri, yatırımcılar mağdur olma korkusu ile bu önemli mirasa zarar veriyorlar, yok ediyorlar. Ancak burada bu durum değişti. Yıllardır bu bölgede yaşayan ve babası da geçmişte muhtarlık yapan Ayşem Möröy yıllardır bu arkeolojik alanın korunması için büyük bir çaba gösteriyor. Mahalle halkı bu arkeolojik alanın kendi yaşam kalitesini geliştireceğinin bilincinde. Ancak kamunun da süreci yönlendirmesi ve bu çabaları desteklemesi zorunlu. Projeye Yerel Kalkınma Ajansı da destek sağlıyor. Arkeolojik alandaki araştırma ekibinde Türk, Alman, İtalyan, Fransız genç arkeologlar ve farklı disiplinlerden gelen uzmanlar çalışıyor. Kazı alanı yakınında bir apartmanın bodrumunda oluşturulan iki katlı özel laboratuvarda bulunan objelerin titizlikle
künyelenmesi, temizliği, fotoğraflanması yapılıyor. Proje tamamlandığında arkeolojik alanın korunması yanında semt önemli bir sosyal merkez kazanacak. Arkeolojik alanın dışında projelendirilecek koruma bandı sosyal etkinliklere ev sahipliği yapacak. Hem de şehrin Anadolu yakasında arkeolojik alanla bütünleşen kültürel etkinlikler
için bir mekan kazanılmış olacak. Daha şimdiden açılan sergilerle,
kültürel etkinlikler ve film gösterimleri ile arkeolojinin şehir
hayatının bir parçası olabileceğini gösteren uygulamalar ortaya
çıkmaya başladı. Asıl mesele arkeolojinin disipliner ayrımların
ötesinde bir şehircilik ve mimarlık uygulamasına yol açması. İstanbul gibi bir şehir haksız imar rantları, tekelci imkanlar ile
değil, yaratıcı deneyim, küresel işbirliği, açıklık ile
zenginleşebilir. Burada şehrin tarihi yalnızca geçmişiyle değil, geleceği ile de uğraşarak
yazılıyor. İstanbul Efes, Bergama gibi içinde insanların yaşamadığı
fosil bir kent değil. Bu yüzden dar bir açıdan geliştirilecek bir
bakışla, yalnızca imar perspektifi, ya da insansız arkeolojik
alanlarda olduğu gibi, yalnızca koruma amaçlı uygulamalarla, kararlarla planlanamaz. Alan yönetimi planlarında olduğu gibi mutlaka katılımcı ve disipliner ayrımların ötesine geçebilen bir planlama yöntemine ihtiyaç var. Bu örnekte “müthiş olan” yalnızca İstanbul'un eşsiz geçmişinin keşfi değil,
kültürel mirasın korunması ile gelişmenin yan yana, birbiriyle
çelişmeden, hatta birbirini destekleyerek olabileceğinin görülmesi.