UHDK Dergi Şuan yayimlanış | Page 22

Serbest Kürsü

20

Nitekim, yaşadığımız dönemde git gide belirginleşen bu “sadece diplomasını almak ve kullanmak için üniversite eğitimi alan gençler” virüsüyle ilgili Prof.Dr.A.Ülkü Azrak çok net bir yorum getiriyor: “12 Eylül 1980’den bu yana üniversite gençliğinin dersliklere ve üniversite kitaplıklarına ya da okuma odalarına kapatılıp başka hiçbir şeyle ilgilenmemesinin sağlanması için elden gelen her şey yapılmıştır. Bunun, gençliğin kendine ve topluma yararlı elemanlar olarak yetişmesinin tek yolu sayan bir dar görüşlülük olduğuna şüphe yoktur. Gençlerin iç ve dış politikayla yoğun biçimde ilgilenmelerinin, politikacıların politika yapma tekelini kırması tehlikesini yaratacağı korku ve endişesi, gençleri güncel politik sorunlardan uzak tutma çabasının temel nedenini oluşturmaktadır.”[2] Yaptığım

alıntıda da çok etkili bir biçimde vurguladığım gibi, yıllarca baskı ve

zulümlerle kokutulup miskinleştirilmiş ebeveynlerimizin her fırsatta kulağımıza küpe ettiği; “Aman oğlum sen

siyasete girme, aman kızım sen sesini çıkarma, bu işler çok tehlikelidir, sen bulaşma, sen sadece derslerine/mesleğine odaklan...” gibi –haklı sebeple korumacı- uyarılar, yönetme erkinden yoksun ve vicdansız şahısların meydanı boş bularak yükselmesine doğal olarak çok katkıda bulunmuş oluyor.

Mehmet Akif Ersoy’un “tek dişi kalmış canavar”, benimse “dünya düzeninin gizli mimarları” olarak nitelendirdiğim batı devletleri ise, çıkarlarının gerektirdiği ölçüde bu tür gelişmeleri ve hatta Orta Doğu’da ardı arkası kesilmeyecek bu yıkım ve kıyım silsilesini, hiç şüphesiz, pek ala keyifle takip ediyor. ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı’nın (CIA) eski Milli Haberalma (NIC) yardımcı başkanı Graham E. Fuller de “Kuşatılanlar: İslam ve Batı’nın Jeopolitiği” adlı kitabında bu savımı çok yerinde destekliyor: “Batı, ancak Müslüman alemi tamamen miskinliğe gömülünce huzur bulacaktır.”[3] Bu cümlenin ardından, yürekten temennimin Türkiye Cumhuriyeti’nin, zannımca modası kaçarak düşüşe geçen bir menfaat topluluğundan başka bir şey olmayan Avrupa Birliğine giriş müzakerelerini bir sonraki milenyuma kadar tamamlayıp kabul edilmiş olması yönünde olduğunu belirterek, asıl konuma geçiş yapıyorum.

İran, Orta Doğu denkleminin en önemli parçasını oluşturur. Stratejik konumu nedeniyle bu hep böyledir: “2. Dünya

Savaşı yıllarındaki Alman tesiri, 1941 yılında İngiliz ve Rusların İran’ı işgali ve Pehlevi sülalesinden Rıza Şah’ın tahttan oğlu lehine indirilmeye

zorlanması, vb. örnekler verilebilir.

İran’ın özgürlüğe açık anayasal bir monarşi elde etmesini sağlayan 1906 anayasası ile 1926-1941 iktidarlığını yapan bilge diktatör Baba Rıza Şah döneminde gelişen sağlam egemenlik anlayışı, kendisinden sonra İran’ın tek demokratik yolla başa geçen başbakanı Musaddık döneminde daha da güçlenmişti. İran’da o zamanki nüfüsun hatrı sayılır bir kitlesini oluşturan “muhafazakar-laik” kesim için Musaddık çok sevilen, başarılı bir devlet adamıydı. İsviçre tahsilli ve basın özgürlüğü savunucusu Musaddık’ın 1951 yılında Batı’nın planlarını tümüyle karmakarışık

"Batı, ancak Müslüman alemi tamamen miskinliğe gömülünce huzur bulacaktır."

Graham E. Fuller