TUEMsanat Basım Yayım Dilan Özdemir - Nem | Page 21

NEM üzüntüyle izlerdim. Çok kişi olurduk o zaman odada. Annem ve nereye sığdıracağını bilemediği gözleri, babam ve hâkim olamadığı tükürük sesleri, ben ve hangisine, neye ait olduğunu kestiremeyen içim. Babamın çenesi şiddetlice açılıp kapanmaktan yorulmazdı ama ben onu isteksiz de olsa dinlemekten bıkardım. Üç harflinin varlığına rağmen odama kaçardım. Kapımı kapattıktan hemen sonra öfkeyle babamın taklidini yapar, kendi kendime bağırırdım. Yemekten sonra babam artık alıştığımız buz sesiyle sorardı: “Çay var mı?” Biraz bekledikten sonra çay koymak için yerinden kalkan annem hiç konuşmazdı. Ve hiç göz göze gelmezlerdi. “Yan yana, diz dize, göz göze” gibi romantik ikilemelerin ayrı yazılmasından onları sorumlu tuttuğum anlar bile olurdu. “Yoksa kahve yap.” derdi babam yine aynı soğuklukla. Sanki yirmi beş yıldır evli olan onlar değilmiş gibi. Sanki baş- kaları ağızlarından kelimeleri alıp birbirlerinin kulaklarına ilikle- mişler gibi. Sanki yıllarca aynı yastıkta kapanan gözler onlarınki değilmiş gibi. Göz göze bile gelmeyen anne ile baba, bir evin en çürük kapısıdır. Ne hissedilerek atılmış olduklarını bilmediğim iki imzanın kölesi olmuş iki yabancı ruh, onlarca büyütülmüş çocuğun en kırık kalbidir. Böyle çoğu gecelerde çok beklememe rağmen babam beni öpmeye gelmezdi. Onun televizyonu ve ışıkları kapatıp uyumaya gitmesini, giderken de kapımı açıp beni kontrol etmesini bekler 22