Beni bulduğunda da, hiçbir kabahatim olmamasına rağmen
gözlerimi oymaya çalışmıştı.
Onunla ilk kez Taft beni devriye arabasıyla, bir suç ma hallinden eve bırakırken karşılaşmıştık. ÇT, ağabeyine asıl dığımı
sanmış, bana “Çirkin kaltak” demiş ve beni kör etme ye
çalışmıştı. Bu beni bayağı etkilemişti.
Darmadağınık uzun sarı saçları yüzüne düşen kız arkaya baktı,
enkaza dönmüş akıl hastanesini gördü ve incecik kollarını
hoşnutsuzlukla kavuşturdu. “Burada ne işimiz var?”
“Bana bir iyilik yapabileceğini düşündüm.”
Kız tekrar bana döndü, söylediklerimi düşünürken burnu nu
sıvazladı. “Tamam, ama sen de bana bir iyilik yapacaksın.”
Misery’ye yaslanarak, “Öyle mi?” dedim. “Ne istiyorsun?”
“David biriyle çıkıyor.”
ilgilenmiş gibi görünerek, “Ah” diye mırıldandım. “David
kim, peki?”
Kız gözlerini, yalnızca dokuz yaşındaki bir çocuğun devirebileceği gibi devirdi. “Ağabeyim? David Taft?” Başparma ğıyla
Taft’ı gösterdi.
“Ah! O Taft” dedim ve adama bakıp kıkırdadım.
“Ne diyor?” diye sordu Taft.
Onu duymazlıktan geldim.
“Çıktığı kız çirkin, fazla ruj sürüyor, giysileri de fazla dar.”
“Yani bir fahişe, ha?” kaşlarımı çatıp Taft’a kötü kötü bak tım.
Adam avuçlarını açtı. “Ne?”
ÇT “Hem de en âlâsından” diyerek kuşkularımı doğruladı.
Parmağını ağabeyine doğrulttu. “Onunla konuşmalısın. Fa hişe
bütün gece bizde kaldı. Gerçekten.”
Dudaklarımı sımsıkı kapatıp ellerimi belime koydum;
Reyes’m kılıcının bir iç kanamaya sebep olmadığını umuyor dum.
Iç kanama geçirmekten nefret ederdim. Kanım akacak
ı