“Pari’ye neden saldırdın?” diye sordum; bu kadar nazik birinin insanları böyle kolayca incitebilmesi beni hayrete düşü rüyordu.
Reyes geri çekildi. “Arkadaşına ben zarar vermedim. Onun
kim olduğunu bile bilmiyorum.”
Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. “Ama o seni çağırmış.”
“Sana bunu o mu söyledi?”
“Evet. Seni, Rey’aziel’i bir ruh çağırma seansında çağırdı ğını
söyledi.”
Reyes sert bir kahkaha attı. “Yani arkadaşın beni bir kö pekmişim gibi çağırdığını sanıyor, öyle mi?”
“Hayır, hiç öyle değil.”
“Şehir efsanesi oyunu oynayan bir grup geri zekâlı yeniyetme
beni çağıramaz. Beni hayatta olan tek bir insan çağırabilir” dedi
ve bana dik dik baktı.
Benden mi söz ediyordu? Ben onu çağırabilir miydim?
“Demek sen değildin?”
Reyes başını iki yana sallamakla yetindi.
“Yani, ona sen saldırmadın, öyle mi?”
Reyes duraksadı, uzun uzun bana baktı, “ilginç olan ne,
biliyor musun?”
Bu bir tuzaktı. Bunu hissedebiliyordum. “Ne?”
“Benim masum insanları sebepsiz yere incitebileceğime
gerçekten inanman.”
“Incitemez misin?” derken sesim umutla yumuşadı. “Aslına
bakarsan çok da güzel incitebilirim. Senin bunu bildiğini fark
etmemiştim, o kadar.”
Tamam, Reyes kızgındı. Bunu anlıyordum. “Roket’i öldü recek
miydin? Böyle bir şey yapabilir miydin?”
“O zaten ölü, HollandalI.”
“O zaman...”
“Onu yalnızca korkutup kaçıracaktım. Korkup bir yerlere
sinmesini istiyordum. Bu işte başarılı.”