ki bütün parmaklarım yerli yerindeydi. Tel örgüye tırmanır ken bir
parmağımı kaybetmem hiç hoş olmazdı.
Bir kez daha çabucak etrafıma baktıktan sonra liseden beri
akıl hastanesine yasadışı giriş yapmak için kullandığım bodrum
penceresine seğirttim. Terk edilmiş akıl hastanele ri beni daima
büyülerdi. On beş yaşındayken bir gece kazara bu hastaneyi
keşfettikten sonra, bu tür hastaneleri gezme ye başlamıştım;
gezmek derken, izinsiz girmekten bahsediyo rum. O gece ellili
yılların bilimkurgu filmlerinden, uzay ge milerinin buharla çalışır
gibi
göründüğü,
uzaylıla rın
da
komünistler
kadar
nahoş
karşılandığı günlerden kalma Roket Adam’ı da keşfetmiştim.
Roket’in ölen her insanın adını bil diğini, çocuksu aklında
milyonlarca ismi depoladığım, bir tür aptal-dâhi olduğunu
keşfetmiştim. Bu yetenek zaman zaman çok işe yarıyordu.
Karnımın üzerinde kayarak bodrum penceresinden içeri
girdim, takla attım ve bodrumdaki beton zemine, ayaklarımın
üzerine düştüm. Çünkü ben süperdim.
Aynı hareketi daha önce denediğimde kıçüstü düşmüş olmamın, saçlarımın toza toprağa bulanmasının bir önemi yok tu.
Dönüp pencereyi içeriden kilit ledim. Roket’i ziyaret eder ken,
Rottweiler’m dişlerinden kaçmak tek önceliğimdi.
“Bayan Charlotte!”
O gün milyarıncı kez sıçradım ve parmağımı pencere kilidine
kaptırıp kestim. Saat henüz erkendi, ama belli ki bu Charley’nin
Ödünü Koparma Günüydü. Bundan haberim olsa, koca bir peynir
topu sipariş ederdim.
Hızla döndüm ve Roket Adam’m sırıtan yüzüne baktım.
Roket, buz gibi vücuduna rağmen beni yumuşak, sıcak kollarla
kucakladı. Güldüğümde nefesim buharlaştı.
Roket Adam yine, “Bayan Charlotte” dedi.
“Bu buzdan bir heykele sarılmaktan farksız” diyere k ona
takıldım.