karışmış gibi baktı. Komikti.
Henüz anne değildim, ama bacaklarının arasından çıkarmak için
otuz yedi saat boyunca dayanılmaz bir acı çektiğin bir şeyi
unutmanın zor olacağı kanısmdaydım. Ona ipucu vermeye karar
verdim. “Adı A harfiyle başlıyor ve mber ile
bitiyor.” Cookie
gözlerini kırpıştırdı ve bir an düşündü.
Tekrar denedim. “Hmm, rahminin meyvesi?”
“Ha. Amber babasının yanında. Bagaja gir.”
Dağılmış saçlarımı düzeltip bagajın içini inceledim. Ölü adam
sağken evsizmiş gibi görünüyordu. Cenin pozisyonunda kıvrılmış,
tepesinde dikilen iki kadına da bakmıyordu. Bu tuhaftı, zira
benim parlak, ışıltılı olduğum iddia ediliyordu. Bin güneş kadar
parlaktım, falan. Varlığım en azından adamın başını sallamasına
sebep olmalıydı, ama o hiç tepki vermiyordu. Sıfır. Hiç. işinde
başarısız bir ölüm meleğiydim. Kesinlikle tırpana ihtiyacım
vardı.
Nerede tarım aletleri satan bir dükkân olduğunu düşü nürken,
“Böyle olmaz” dedim. “Sabahın ikisinde, bir arabanın bagajında
nereye gidiyor olabiliriz ki?”
Cookie elini uzatıp ölü adamın içinden geçirdi, bir battaniye
aldı, sonra bagajı çat diye kapattı. “Tamam, arkaya geç, ama
başını eğ ve üstünü ört.”
Onu yavaşlatmak için omuzlarını sıkıca kavrayıp “Cookie”
dedim, “neler oluyor?”
Sonra onları gördüm. Kadının mavi gözlerinde biriken yaşları.
Cookie’yi yalnızca iki şey ağlatırdı: Humphrey Bogart filmleri ve
sevdiklerinin incinmesi. Cookie hızlı hızlı, panik halinde nefes
alıp vermeye başladı ve kokusu denizden