“Koca göğüslerini sağlama aldın mı?” diye sordu, sonra tişörtümü silkeleyip başımın üzerinden aşağı çekti. Ardından en
son lisede giydiğim bir ceketi elime tutuşturdu, yerden bir çift
tavşanlı ev terliği aldı ve beni kolumdan tutup odadan çıkardı.
Cookie beyaz bir pantolona dökülen portakal suy u gibiydi.
Beyaz pantolonu kimin giydiğine bağlı olarak, sinir bozucu da
olabilirdi,
komik
de.
Cookie
beni
merdivenlerden
aşağı
sürüklerken tavşanlı terlikleri giydim, beni kapıdan dışarı
iterken
de
ceketi
“Serçeparmağım!”
üzerime
gibi
geçirdim.
itirazlarımın
“Dur!”,
faydası
“Ay!”,
olmadı.
Ben,
“Parmaklarının ucuna jilet mi taktın?” diye sorduğumda, Cookie
elini hafifçe gevşetmekle yetindi.
Cookie’nin arabasına doğru seğirtirken serin ve karanlık gece
bizi
sarıp
davalardan
sarmaladı.
birini
Albuquerque’de
—insan
kaçakçılığı
yaşanan
yapan
bir
en
öne mli
şebekeyle
bağlantısı olan üç avukatın öldürülmesi olayınıaydınlatmamızın
üzerinden bir hafta geçmişti. Fırtınadan sonraki sessizliğin
tadını çıkarıyordum. Belli ki saadet bitmek üzereydi.
Cookie’nin dengesiz davranışlarını komik bulma çabasıyla
onun itip kakmalarına, beni Taurus’unun bagajına tıkmaya
çalışıncaya
dek
-bunun
sebebini
henüz
öğrenmiş
değildimkatlandım. İşin başında iki sorunla karşılaştık, ilki,
saçımın bagajın kilit mekanizmasına takılmasıydı. İkincisiyse
bagajda ölü bir adam olmasıydı; hayaletimsi imgesi loş ışıkta si yah-beyaz görünüyordu. Cookie’ye bagajında ölü bir adam olduğunu söylemeyi düşündüm, ama sonra aklım başıma geldi.
Kadının davranışları işe bir ölüyü karıştırmadan da yeteri nce
dengesizdi. Neyse ki ölüleri göremiyordu. Ama o bagaja girip
adamın yanına yatmaya hiç niyetim yoktu.
Bir elimle uzun, kestane rengi saçlarımı bagajın kilidinden
kurtarırken diğer elimi teslim olur gibi kaldırıp “Dur” dedim.
“Birini unutmuyor musun?”
Cookie zınk diye durdu —mecazi olarak— ve bana kafası