edercesine, “O adı nereden biliyorsun?” diye sordu.
Cevap vermek için bütün cesaretimi topladım. Pari’nin
hayatını kazara tehlikeye atmamak için dua ederek, “Bir ar kadaşım söyledi” dedim. “Çocukken seni çağırdığını, senin de
onun bacağını koparmana ramak kaldığını söyledi.”
“Charley, sabırlı olmaya çalışıyorum, ama başka yere git sek
daha iyi olabilir.”
Konuşan Garrett’tı. Belli ki araya girmeye, etraftakilere,
dışarıdan bakan birine kendi kendine konuşan manyak biri gibi
değil de, aklı başında biri gibi görünmemi sağlamaya ça lışıyordu.
Bir an gözümün ucuyla birilerinin bana tuhaf tuhaf baktığını fark
ettim. Ama insanlar çoğunlukla bizi görmezlikten geliyordu.
Albuquerque’nin ortasında, Central’deydik. Sonuçta buranın
sakinleri böyle manzaralara alışkın olmalılardı.
iki elin beni hafifçe itip bir sokak kafesinin tuğla duvarı na
dayadığını hissettiğimde, dikkatimi tekrar önümdeki var lığa
yönelttim. “O sen miydin?” diye sorarak konuşmaya kal dığım
yerden devam ettim. “Pari’ye sen mi sa ldırdın?”
Reyes kolunu arkamızdaki duvara dayadı, bedenini bede nime
bastırdı. Hep böyle yapardı. Tehdit edildiğinde, korktu ğunda
insanın üzerine gelirdi. Ve rakibinin en zayıf noktası nı seçerdi.
Her seferinde, boğazıma saldırırdı. Ona hissettiğim çekimi, bir
ressamın yeteneğiyle bana karşı kullanırdı. Buna pis dövüşmek
denirdi, ama onu suçlayamazdım. Reyes böyle büyümüştü.
Bundan başka bir şey bilmiyordu.
Aldatıcı sakinlikte bir sesle, “Yapabileceklerime kıyasla”
dedi, “o bir hiçti.”
inanmak istemeyerek tekrar, “Ona sen mi saldırdın?” diye
sordum.
Reyes zaten başkası tarafından duyulamayacak olmasına
rağmen kulağıma, “Belki de, Hollandalı” dedi. “Çağrılmak tan
hoşlanmam.”