“Babam neden çığlık attığımızı öğrendiğinde güldü, bize
orada hiçbir şey olmadığını kanıtlamak için mahzene indi.”
“Ve?”
“Orada hiçbir şey yoktu” dedi Pari omuz silkerek.
“Ona yaranı gösterdin mi?”
“Ah, tabii ki hayır.” Ona kahvaltıda çocuk yiyip yemediği ni
sormuşum gibi başını salladı. “Zaten beni hilkat garibesi gibi
görüyorlardı. Kuşkularını doğrulamaya niyetim yoktu.”
“Vay be, Pari” dedim.
“Bir de bana sor.”
“Ee, neden onun iblis olduğunu düşünüyorsun?”
“Düşünmüyorum, iblis değildi. Ya da, ben olduğunu san mıyorum. Daha fazlasıydı.”
“Nereden biliyorsun?”
Bileğindeki deri kayışlan büktü. “Herhalde adını bildiğim
için.”
Bir an taş kesildim, sonra, “Anlamadım?” dedim.
“Sana geçirdiğim kazayla ilgili ne söylemiştim, hatırlıyor
musun?” Pari kaşlarını çatarak bana baktı.
“Tabii ki hatırlıyorum.” Pari altı yaşındayken, bir araba
kazasında ölmüştü. Neyse ki, çalışkan bir ilkyardım görevli si onu
dirilt mişti. Pari ondan sonra auraları görebilmeye baş lamıştı buna ölenlerinki de d ahildi. Bedensiz, gri tonda bir aura
gördüğünde, bunun ölü birinin ruhu olduğunu öğrenmişti. Bir
hayaletin.
“Öldüğümde, dedem beni bekliyordu.”
“Hatırlıyorum” dedim “ve Tanrı’ya şükür seni ger i gönderdi.
Cennete gittiğimde ona meyve sepeti göndereceğim.”
Pari uzandı, nadiren yaptığı bir şeyi yaparak elimi min nettarlıkla sıktı. Garip bir andı. “Onu yalnızca bir kez gör düm”
derken, suyunu iki eliyle tuttu. “Hakkında hatırladı ğım tek şey,
boyu benimkini aşan bir Danua köpekleri olduğuydu, ama
gördüğüm kişinin dedem olduğundan hiç şüp