“Mahzene indik; ruh çağırıyor, ilahiler söylüyor, öbür dün yadaki ruhlara sesleniyorduk ki, bir şey hissettim. Bir şeyin
varlığını.”
“Ölülerin mi?”
“Hayır.” Pari başını iki yana salladı. “En azınd an, ben öyle
sanıyorum. Onlar soğuk olur. Bu varlıksa, öylece ortalık taydı.
Bir köpek gibi bana sürtündüğünü hissettim.” Bir eliy le diğer
kolunu tuttu, bedeni hafif titreyişlerle sarsıldı. “Ta bii, ben bir şey
söyleyene kadar kimse onu hissetmedi.” Başını kaldırıp
gözlerinde bir uyarı ifadesiyle bana baktı. “Ka ranlık bir
mahzende ruh çağıran on dört yaşındaki birkaç kıza sakın bir
şeyin sana sürtündüğünü söyleme. Kendi güvenliğin için.”
Alçak sesle güldüm. “Söylemem, söz veriyorum. Ne oldu?”
“Yerlerinden fırladılar, çığlıklar atarak merdivenlere koştular.
Beni korkuttukları için kaçtım.”
“Tabii ki.”
“Tek istediğim, mahzendeki o şeyden kaçmaktı, o yüzden,
intihar eğilimime rağmen yaşamak için bir sebebim varmış gibi
koştum.”
Pari, gotik henüz moda değilken bile gotikti. Şimdi olduğu
gibi.
“Merdivenlerin tepesine çıktığımda kurtulduğumu san dım.
Derin, gırtlaktan gelen bir homurtu duydum. Neye uğ radığımı
anlayamadan merdivenlerden düştüm, bileğimi burktum.
Merdivenleri deli gibi tırmanıp arkama bakma dan mahzenden
çıktım. Düşmediğimi fark etmem biraz vak timi aldı. Biri
bacaklarımı çekip beni düşürmüş,
sürüklemiş ti.” Pari
pantolonunun paçasını kaldırdı,
dizlerine
dek
uzanan
çizmelerinin fermuvarını açıp bana bacağındaki yara izi ni
gösterdi. Bu, pençe izine benziyordu. “Hayatımda hiç o kadar
korkmamıştım.”
“Aman Tanrım, Pari. Sonra ne oldu?”