sini döndüm ve başımı kapıdan içeri uzattım.
“Hey, baba” dedim. Babam sesimi duyunca yerinden sıçra yıp
bana baktı. Karşı duvardaki bir resmi inceliyor, uzun ve ince
bedeni
kırışık
Ken
bebek
giysileri
giydirilmiş
buzlu
bir
dondurmayı andırıyordu. Belli ki bütün gece çalışmıştı. Ma sasında açık bir şişe Crovvn Royal duruyordu, elinde de nere deyse boş bir kadeh vardı.
Ondan yayılan duygular beni şaşırttı. Bu her nasılsa, diyet
kola istediğim garsonun bana getirdiği buzlu çay gibi, yanlıştı,
ilk yudumu almak gibi sıradan bir şey yaptığımda, beklenmedik
bir tat alarak neye uğradığımı şaşırmıştım. Ba bam arada bir
keyifsiz olurdu, ama bu kez farklıydı. Beklen medik. Bana doğru
gelen, derin bir üzüntü ile ağır bir umut suzluk karışımı, nefesimi
kesti.
Korkuyla doğruldum. “Baba, ne oldu?”
Babamın dudaklarında yorgun bir tebessüm belirdi. “Yok bir
şey canım, evrak işlerini hallediyorum, o kadar” dediğin de yalanı
kulağıma detone bir nota gibi geldi. Ama bozuntuya
vermeyecektim. Babam konuşmak istemiyorsa onu rahat
bırakacaktım. Şimdilik.
“Eve gittin mi?” diye sordum.
Babam bardağını bıraktı, koltuğunun arkasına attığı bej rengi
ceketini aldı. “Şimdi gidiyordum. Bir şeye ihtiyacın var mı?”
Babam berbat bir yalancıydı. Belki ben de bunu ondan mi ras
almıştım. “Hayır, iyiyim. Denise’e selam söyle.”
“Charley” dedi babam uyarı dolu bir sesle.
“Ne? En sevdiğim üvey anneme selam söyleyemez miyim?”
Babam içini çekip ceketini giydi. “Öğle yemeği kalabalığı akın
etmeden önce duş almam gerek. Kahvaltı istiyorsan, Sammy
birazdan gelir.”
Babamın aşçısı Sammy’nin Meksika usulü yumurtaları, uğruna
ölünecek kadar lezizdi. “Daha sonra bir şeyler yerim.” Babam
bardan çıkmakta acele ediyordu. Veya belki de