“Bob Amca peşime birini mi taktı?” dedim dehşetle.
“Bu tür şeyleri fark etmen gerekmiyor mu? Bilirsin işte,
dedektiflik yapıp onları tespit etmen.” Muzipçe göz kırptı.
O göz kırpışı atlatmaya çalışırken, “Konuyu değişt iriyorsun”
dedim.
“Özür dilerim.” Reyes ciddileşti. “Tamam, düşük bir ihtimalle
cehenneme
geri
gönderilebilirim
diye
hayatta
kalmamı
istiyorsun. Kısaca bu, değil mi?”
“Reyes, sen oradan kaçtın. Vücudunda cehennemin kapı larının haritasıyla yaratılan varlık. Sen onların özgürlüğünün
anahtarısın ve onu yanına alıp kaçtın. Onların en güçlü
savaşçılarıydın ve ihanet ettin. Sence geri gönderilirsen ne olur?
Tabii
geri
gönderildiğin
tesadüftür
ki
anahtarını
ele
kendisi
takdirde
Şeytan
geçirmiş
babanın
oluyor—
olacağından
-bu
arada,
cehennemden
söz
etmiyorum
ne
çıkış
bile.”
“Eğer...”
“Bu riske atmak istemediğim bir eğer. Cehennem, halkın bir
numaralı düşmanı olmadan da yeterince acı verici olmalı. Hem,
Şeytan’m
kaçmasını
göze
alacaksın,
öyle
mi?”
Kollarımı
kavuşturdum. “Neredesin, söyle bana.”
“HollandalI,
peşimden gelemezsin. Hepsini yensen bile.”
Öfkelenmiştim. “Neden bunu söyleyip duruyorsun? Ben, ölüler
içimden öbür tarafa geçsin diye onları kendime çeken parlak
ışığım. Düşünürsen, o sinek öldürücülere benziyorum, iblislerin
Fatihi’nin
iş
tanımımda
olmadığından
eminim.”
Reyes’m
yakışıklı yüzünde yumuşak bir gülümseme belirdi ve her nasılsa
dizkapaklarımı eritmeyi başardı. “Nelere muktedir olduğunu
biraz olsun bilseydin, dünya kesinlikle tehlikeli bir ye r olurdu.”
Bu kadar muğlak bir biçimde dile getirilen bir şeyi ilk kez
duymamıştım. “Tamam, o zaman neden bana söylemiyorsun?”
dedim, söylemeyeceğini bile bile.
“Sana nelere muktedir olduğunu söylesem, üstünlük sen