“Kim?”
Reyes cevap vermek yerine, parmak uçlarını nabzımın attığı
noktaya
koydu.
Nabzımı,
hayatın
kanıtının
damarlarımda
dolaştığını hissetmek hoşuna gitmiş olmalıydı.
“iblisler mi?” diye sordum.
“Evet.” Bunu öylesine büyük bir umursamazlıkla söylemişti
ki, duyan da iblislerin onu sürekli öldürmeye çalıştığını sanırdı.
Daha geçen hafta, ben onun gerçekte kim olduğunu öğrendiğimde
iblislerden bahsetmişti. Onların peşimde olduğunu, ama bana
ulaşmak için önce kendisini aşmaları gerekeceğini söylemişti.
Dalga geçtiğini sanmıştım. Belli ki öyle değildi.
“Onlar...” Cümlenin ortasında sustum, güçlükle yutkundum.
“Sen iyi misin?”
“Kendimden geçtim” diyen Reyes bana yaklaştı, diliyle dolgun
dudaklarını ıslattı.
Midem takla attı, ama bunun sebebi kısmen diliydi. “Ken dinden mi geçtin? Ne demek istiyorsun?”
Reyes beni kaslı kollarının arasına hapsetti. “Yani, uyanık
değilim” dedikten hemen sonra kulakmememi tenimi ürpertecek
kadar sertçe dişledi.
Derin, tenor sesi kemiklerimde titreşerek onları adeta erit ti.
Her hecesinin, her dokunuşunun yarattığı karmaşa yerine
kelimelerine odaklanmaya çalıştım. Reyes çikolata kapl ı eroin
gibiydi, ben de ona ölümüne bağımlı olmuştum.
Daha önce onu içimde hissetmiştim. Cenneti kısa bir süre için
görmüştüm; bu öyle olağanüstü bir deneyimdi ki, Reyes’tan sonra
başka hiçbir erkekle olamayacağımdan emindim. Gerçekten, kim
güzellik ve günahtan yaratılmış, cinselliğin kavurucu ateşiyle
birleştirilmiş bir varlıkla boy ölçüşebilirdi ki? O erkeklerin
arasında bir tanrıydı. Lanet olsun.
Başka şeyler düşünmek için kendimle mücadele ederek,
“Neden uyanık değilsin?” diye sordum. “Reyes, ne old u?”