Uzun bir kol, omzumun üzerinden uzanıp telefon görüşmesini
benden önce sonlandırdı. Reyes arkamda duruyordu. Hep yaydığı
o sıcaklık giysilerime işledi, içimi ısıttı. Reyes bana daha da
yaklaşarak vücudunu vücuduma değdirdi. Vücudum, yakınlığına
bir adrenalin dalgasıyla karşılık verdi. Reyes başını eğdiğinde
nefesi yanağıma değdi, dizlerimin çözülmesine ramak kalmıştı.
Yumuşak, kulak okşayan bir sesle, “iyi yırttın, Hollandalı”
dedi.
Sırtımda bir haz dalgası dolaşıp karnımda toplandı. Reyes
doğduğum günden beri bana “Hollandalı” diyordu, ama bunun
sebebini henüz öğrenememiştim. Reyes çöl gibiydi; haşin ve
güzel, sert ve affetmez, her bir kum tepeciğinin ardında hazine
vaatleri, her yüzeyin altında saklı suyun çekiciliği olan bir çöl.
Ona bakmak için döndüm. Reyes beni bırakmak istemeyince
ona doya doya bakmak için hafifçe geriye kaykıldım. Koyu renk
saçları bir kulağının üzerinde kıvrılmış, hafifçe dağılmış, alnına
dökülüyordu. Kirpikleri —öyle gürdü ki Reyes daima yeni
uyanmış gibi görünürdükahverengi gözlerini gölgeliyordu. Bu
gözler yine de muzipçe parlıyordu. Reyes gözlerini üzerimde
canının
istediği
gibi dolaştırdı,
ağzıma ulaştığında hafifçe
duraksadı, Tehlike ile Will Robinson’m arasındaki çatala inmeye
başladı. Sonra gözlerini kaldırıp benimkilere dikti ve o anda
kusursuzluğun ne demek olduğunu anladım.
Neşeli bir sesle, “Daha iyi görünüyorsun” dedim. O derin,
öldürücü olabilecek yaralar tamamen kaybolmuştu. Başım huzur
ve endişe karışımı bir duyguyla döndü.
Reyes çenemi kaldırdı, boğazımda parmaklarını gezdirdi.
Kavrayışı çok güçlüydü. “Bunun için üzgünüm.”
“Açıklamak ister misin?”
Reyes başını eğdi. “Seni başkası sandım.”