bebi, görüntüsü aklımda belirir belirmez takatimin kesilmesiydi.
Midemin bulanmasıydı.
Sonra bana ne dediğini hatırladım: Yaralı hayvana dikkat et.
Ama Reyes Aramice konuşmuştu -doğuştan bildiğim binlerce
dilden birinde. Sesi alçak, acı dolu bir homurtuydu. Onu
bulmalıydım.
Üzerime aceleyle bir blucin ve kazak geçirdikten sonra çiz melerimi giyip saçımı at kuyruğu biçiminde topladım. O kadar
çok sorum vardı ki. O kadar çok kaygım. Reyes son bir aydır
komadaydı, isyan edecekmiş gibi görünen mahkûmlara uyarı
ateşi açan bir gardiyan tarafından vurulmuştu. Reyes, devletin
yaşam destek makinesini kapatacağı gün mucizevi bir biçimde
uyanmış, Santa Fe’deki yoğun bakım ünitesind en elini kolunu
sallayarak çıkıp gitmişti. Bu bir hafta önceydi ve o günden beri
kimse ondan haber alamamıştı. Ben bile. Bugüne kadar.
Hâlâ sağ mıydı? Ona saldıran neydi? Ona ne saldırabilirdi ki?
Tanrı aşkına, o Şeytan’m oğluydu. Onunla kim kapışabilirdi ki?
Kontrol edebileceğim bir iki kaynak vardı, ama tam çıkmak
üzereyken ev telefonum çaldı.
Telefonu açtığımda, “Kısa kesin” dedim.
“Tamam. FBI’dan iki adam geldi” dedi Cookie. Kısa kesmişti.
Kahretsin. “Ofiste siyahlı adamlar var, ha?”
“Ah, evet, ama aslında giysileri lacivert.”
Hay aksi. Adamlara ayıracak vaktim yoktu. Giysileri ne renk
olursa olsun. “Tamam, iki sorum var. Kızgınlar mı ve seksiler
mi?”
Cookie uzun, upuzun bir sessizlikten sonra, “Birincisi, pek
sayılmaz. İkincisi, şu anda yorum yapmayacağım. Üçüncüsü,
hoparlör açık” dedi.
Ben de uzun, upuzun bir sessizlikten sonra, “Tamam, o
zaman” dedim, “hemen geliyorum.”