lerdi. Bana bin güneş kadar parlak bir ışığa benzediğimi söy lerlerdi; bu da fazla martini içip akşamdan kalmış bir ölü için
berbat bir şey olmalı.
Ben Charlotte Davidson; özel dedektif, polis danışmanı,
sertlik abidesi. En azından dövüş sporları kursuna gitmeye
devam etsem sert olurdum. O kursa tek bir kâğıt parçasıyla
adam öldürmeyi öğrenmek
için gitmiştim.
Ah, evet; ölüm
meleğini de unutmayalım. Ölüm meleği olmanın o kadar da kötü
olmadığını itiraf etmeliyim. Uğruna adam öldüreceğim, bazıları
sağ, bazıları pek de sağ olmayan arkadaşlarım; bazılarının sağ
olduğuna
minnettarken
bazılarının
sağ
olduğuna
pek
de
minnettar olmadığım akrabalarım; Şeytan’m oğlu, yarı insan yarı
süpermodel olan, dünyanın en güçlü varlıklarından Reyes Farrow
adlı biriyle muhabbetim vardı.
Ölüm meleği olarak ölü insanları anlıyordum. Zamanlamaları
genellikle berbattı. Bu benim için sorun değildi; ama yaşayan,
nefes
alan,
tırnaklarını
Bıçak
Dünyası’nda
düzenli
o larak
bilettiren biri tarafından gecenin bir yarısı uyandırılmak hoşuma
gitmiyordu.
Beni sarsan ellere, kız gibi kavga eden bir oğlan gibi to kat
attım, o ellerin sahibi dolabıma doğru koştuğunda da havayı
tokatlamaya devam ettim, iddialara göre Cookie, lisede aldığı
oylarla Her An Ölebilecek Kişi seçilmişti. Ona kötü kö tü bakmayı
çok istesem de, gözlerimi açacak cesareti bulamadım. Sert ışık
yine de gözkapaklarımm arasından sızdı. Odamdaki ampulün
vatı belli ki fazla yüksekti.
“Charley!..”
Ama bu kez ben de ölmüş olabilirdim. Belki nalları dikmiş,
filmlerdeki gibi çaresizce ışığa doğru süzülüyordum.
“Şaka yapmıyorum...”
Süzüldüğümü hissediyor sayılmazdım, ama tecrübelerim bana
ölümün
ne
öğretmişti.
kadar
zamansız
gelebileceğini
unutmamayı