etmeliydim. Onu bu tür bir bilgiyle şaşırtmak doğru değildi.
“Gaz borularını patlatan üniversite öğrencisini gören adam
olmasaydı, o olayı asla aydmlatamayabilirdik. Ama daha yedi
yaşındaydım”
dedim;
havadan
sudan
konuşarak
Cookie’nin
dikkatini dağıtabileceğimi umuyordum. “Olanları anlamakta
zorlandım. Hey, hiç olmazsa araban güvende” diyerek arabayı
işaret ettim.
Cookie Taurus’una doğru ilerledi, sonra bana döndü. “Üz günüm, Charley” dedi.
Durup Cookie’ye kuşkuyla baktım. “Bir tonbalığı esprisi mi
yapacaksın? Çünkü on iki yaşma geldiğimde, o esprilerden
çoktan bıkmıştım.”
“Ben de bagajımdaki cesedi düşündükçe deliriyorum...” “Ceset
değil. Ölü. Adam.”
“Sense elinden geleni yapıyorsun. Bana bu hikâyeyi hiç
anlatmamıştın.”
Yine kuşkuyla, “Hangi hikâye?” dedim. “Patlama hikâyesi mi?
O bir şey değil.” Bunu ona yalnızca etrafta dolaşan ölüle ri
düşünmesin diye anlatmıştım.
“Bir şey değil mi? Sen pelerinsiz bir süper kahramansın.” “Ay,
çok tatlısın. Hayırdır?”
Cookie alçak sesle güldü. “Bir şey yok. Bana bagajımda ceset
olmadığını söyle, yeter.”
Anahtarı istemeye istemeye alıp bagajın kapağını açtım.
“Bagajında ceset yok.”
“Charley, dürüst olabilirsin. Her şey yolunda.”
Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. Adam gitmişti. Bagajı
tarayarak, “Hayır, cidden” dedim. Daha iyi bakmak için ge riye
adım attığımda soğuk, kıpırtısız bir şeye çarptım. Etrafımdaki
hava sıcaklığı düştü, sırtım ürperdi. Bir buzluğa gir miş gibiydim,
ama Cookie’yi korkutmak istemedim. Yine. Omuz silkerek,
“Hayır” dedim, “burada ölü yok.”
Cookie kuşkuyla dudaklarını sımsıkı kapattı. Yana çeki