lip etrafı tarıyormuş gibi sağa sola baktım. Gözümün ucuyla,
yanımda duran kuleyi inceledim. Bagajdaki Ölü bana tepe den
bakıyor, ama bir şey görmüyordu; yüzünde zerre duygu yoktu.
Elimi sallayıp parmaklarımı şıklatma dürtüsüne karşı koydum.
Bu zaten muhtemelen adamı ürkütmekten başka işe yaramazdı.
“Yanında mı duruyor?” diye sordu Cookie.
Adama fazla dikkatli bakmış olmalıydım ki, Cookie soğuk kanlı yüz ifademi yutmamıştı. Suçlulukla, pes etmiş gibi iç
çektim ve başımı salladım.
“Acele et.” Cookie anahtarları kapıp sürücü kapısına se ğirtti.
“Charley, acele et, adam tekrar arabaya binmeden gidelim.”
“Ha.” Koşup yolcu koltuğuna yerleştim. Cookie hâlâ ölülerden
kaçmanın
mümkün
olduğunu
sanıyordu.
Motoru
çalıştırıp
otoparktan çok kararlı bir ölüm perisi gibi fırlarken buna
inanmasına izin verdim.
“Ondan kurtulduk mu?” diye sordu Cookie.
Kararsızdım. Bir yandan, Cookie’nin gerçeği bilmesi, öbür
dünyanın nasıl işlediğini anlaması gerekiyordu. Öte yandan,
kafama, gövdeme ya da her ikisine birden araba parçaları
saplanmadan, sağ salim eve gitmek için yakıcı bir arzu du yuyordum.
“Tabii” derken dik dik bakmamak için kendimi zorladım. Bu
durum bana üniversitede derse giderken köşeyi döndüğümde,
çırılçıplak koşan bir adamla karşılaştığım anı hatırlat tı. O
zaman da şimdi de dik dik bakmamak güçtü, çünkü Ba gajdaki
Ölü, Cookie’nin kucağına yerleşmişti.
“Brrr” dedi Cookie. Apartmanımızın otoparkına girmek üzere
olmamıza rağmen uzanıp kaloriferin ısısını artırdı.
ikinci kattaki dairelerimize vardığımızda, “Bir duş alacak,
sonra Janelle York’a ne olduğunu öğreneceğim” dedi. Saat daha
dört buçuktu. “Sen neden biraz daha uyumuyorsun?”