adam. Arada fark var. Onu görebildiğimi fark ederse beni rahat
bırakmaz, cinayetini çözmemi falan ister.”
Cookie’nin yüzünde birden suçlayıcı bir ifade belirdi. “Son suza kadar bagajda o adamla dolaşmama göz yumacaktın.” “Ne?”
dedim alaycı alaycı soluyarak. “Yok canım. Yani, sonsuza kadar
değil. Birkaç günlüğüne, ben onun kim olduğunu anlayana
kadar.”
Cookie bana o kadar yaklaştı ki ayak parmaklarımız birbirine
değdi. “Bu pek çok bakımdan yanlış.” Sonra arkasını dönüp eve
yürümeye başladı.
Lanet olsun. Koşar adım onu takip ederken, öfkeli bir kadının
bu kadar kısa sürede bu kadar uzaklaşabilmesine hayret ettim.
“Cookie,
eve
yürüyemezsin.
Hava
hâlâ
karanlık.
Biz
de
Central’deyiz.”
“O arabaya binmektense bir düzine karanlık ara sokakta on
kötü
adamla
karşılaşmayı
tercih
ederim.”
Duraksamadan
arkasını işaret etti.
Kafamda hesaplar yaptıktan sonra, “Ya karanlık otopark lar?”
dedim. “Ya da karanlık geçitler? Korkutucu olur, değil mi?”
Cookie yürümeye devam ederek, arka cebindeki beş dolar için
kendisini bıçaklattırma pahasına ölülerden kaçma yönündeki
soylu çabasını sürdürdü. Bu olayda mantık göremesem de,
korkusunu anlıyordum. Bir dakika —hayır, anlamıyordum.
“Cookie, etrafımda sürekli ölüler var. Ofisteler, bekleme
odasında oturuyorlar, kahve makinesinin etrafında dolaşıyorlar.
Bu şimdi neden sorun oldu?”
“Mesele de bu ya. Senin etrafında sürekli ölüler var. Benim
değil. Benim arabamda da değil.”
“O zaman sana dairendeki küçük oğlandan bahsetmemeliyim,
ha?”
Cookie yüzünde hayret dolu bir ifadeyle kalakaldı.