tim. Neil elini gevşettiğinde kolumu çektim, sonra sıktığım
dişlerimin arasından, “Geceleri yatağını ıslatmaya başladığında
beni suçlama ama” dedim.
Neil, Luann’a tatlı tatlı gülümsedi, sonra kapıyı kapattı. “Tek
bir şansın var. iyi bir şey anlatmazsan bir daha gün ışığı
göremezsin.”
Parmağımla adamın göğsünü dürterek, “Pekâlâ” dedim, “sert
oynamak istiyorsan, biz de sert oynarız. Reyes Farrow, Şeytan’ın
oğlu.”
Bunu
söyler
söylemez,
kelimeler
ağzımdan
dökülür
dökülmez şoka girdim. Ellerimle ağzımı kapattım ve uzunca bir
süre öylece durarak boşluğa baktım.
Böyle bir sırrı ağzımdan kaçırdığım için Reyes beni öldürecekti. Beni parlak kılıcıyla paramparça edecekti; bundan
emindim. Ama, bir dakika. Bunu düzeltebilirdim. Dehşet do lu
bakışlarımı Neil’a çevirdim. Adam hâlâ beni hücreye kapatmayı
düşünüyor gibiydi.
Ellerimi indirip güldüm. Ya da gülmeye çalıştım. Maale sef
sesim kulağa boğulan bir köpeğinki gibi geldi, ama sarsılmış,
altüst olmuştum. Ancak bir idam mahkûmunun çıkaracağı bir
sesle, “Şaka yaptım” dedim. Adamın koluna vurdum, “insan hücre
hapsiyle yüz yüze geldiğinde neler yapar, biliyorsun. Çılgınca
şeyler söyler.”
Oturmak ve adam görmeden kendi aptallığımın dehşetiyle
çenemi
göğsüme
düşürmek
üzere
döndüğümde
Neil,
“Şaka
yapmadın” dedi.
“Pöfff.” Gülümseyerek ona döndüm. “Hem de büyük şaka
yaptım. Gerçekten. Şeytan’m oğlu, ha? Pöfff.” Yine güldüm ve
oturdum. “Ee, nerede kalmıştık?”
“Bu nasıl mümkün olabilir?” Neil sersemlemiş halde masasına
yürüdü. “Yani, nasıl?”
Kahretsin. Karaya vurmuş bir sazan gibi çırpınınca kendimi
ele vermiştim. Tekrar ayağa kalkıp adamın masasının üzerine
eğildim. “Neil, cidden, bunu kimseye söyleyemezsin.”