vaşa katılmış olması imkânsız; senin buna cevap verebilece ğini
tahmin ediyorum.” Parmaklarını birbirine doladı. “Bence sıra
sende.”
Tamam, adama karşı dürüst olmam gerekiyordu, ama ona her
şeyi anlatamazdım. Bu Reyes’a haksızlık olurdu. Ona yalnızca
gerektiği kadarını anlatacaktım. Tereddüt içinde, “Bunu nasıl
söyleyeceğimden emin değilim” dedim, “ama Reyes kesinlikle
savaş gördü. Hem de çok.” Tepkilerini ölçmek için Neil’ı izledim.
“Asırlarca bir ordunun generalliğini yapmış, ama bu ordu bu
dünyadaki bir ordu değil.”
Neil neredeyse bağırır gibi, “O bir uzaylı mı?” dedi.
Gülmemeye çalışarak, “Hayır” dedim, “değil. Sana her şeyi
anlatamam... O yalnızca, doğaüstü bir varlık.”
“Tamam” dedi masasından kalkarak. “Hücre hapsine gidiyorsun.”
Kolumu tuttu, dikkatle de olsa beni sandalyemden çekip
kaldırdı. “Ne? Anlatıyorum işte.”
“Hayır, bunları bana zaten anlattın. Yeni, daha güzel şeyler
anlatmalısın. Benden bir şeyler saklıyorsun.” “Saklamıyorum.
Sadece...”
“Az önceki hikâyeyi kaç kişiye anlattım, biliyor musun?”
Üzerime eğilip, biri bizi duyabilecekmiş gibi sert bir fısıltıyla,
“Bunun kulağa ne kadar çılgınca geldiğini biliyor musun?” dedi.
Kapıya doğru gidiyorduk.
“Dur,
beni
gerçekten
hücreye
kapatamazsın.”
“Görelim bakalım.”
“Neil!”
Kapıyı açtığında, “Luann” dedi, “kelepçeyi getir.”
Cookie, Luann’m ofisinde oturuyordu; bilgisayarından başı nı
kaldırdı,
hafif
bir
ilgiyle
kaşlarını
çattı,
sonra
tekrar
araştırmasına döndü.
“Tamam, pes ediyorum.” Avuçlarımı teslim olmuş gibi aç -