Sandviçimden bir ısırık daha almıştım; kaşlarımı soru so rar
gibi çattım.
“Bilirsin işte. Bir şeyler... yapabiliyor musun?”
Geçen hafta, eski bir müşterimin gözünü kan bürümüş ko cası
beni öldürmeye çalışmıştı. Reyes hayatımı kurt armıştı. Yine. Ve
bunu her zamanki gibi yapmıştı. Yoktan var olmuş, adamın
omurgasını kılıcının şimşek
hızındaki
bir
hareketiy le
kesivermişti. Geçmişte de aynı şey olduğundan -suçluların
omurgaları
dışarıdan
hiçbir
travma
olmadan,
tıbbi
olarak
açıklanamayan bir biçimde kesilmiştibabamın olayları bir birine
bağlamaya başladığından korktum.
“Bir şeyler mi?” dedim masum bir sesle.
“Eh, mesela, geçen hafta sana saldıran adam.”
Bir ısırık daha alarak, “Mmm... hmm” dedim.
“Sen... bunu... yapabiliyor musun?..”
“Ona ben zarar vermedim, baba” dedim lokmamı yuttuk tan
sonra. “Sana söyledim, orada başka bir adam vardı. Ada mı
asansörün kafesine fırlattı. Bunun etkisiyle...”
Babam başını iki yana sallayarak, “Doğru” dedi. “Bunu...
bunu biliyordum. Ama bizim adli tabip bunun imkânsız olduğunu
söyledi.” Babam yumuşak, kahverengi gözlerini soru sorarcasına
benimkilere dikti.
Sandviçimi tabağa bıraktım. “Baba, gerçekten birine za rar
verebileceğimi düşünmüyorsun, değil mi?”
Babam hüzünle, “Çok hassas bir kalbin var” dedi.
Hassas mı? Babam beni hiç tanımıyor muydu?
“Yalnızca... bunun altında bir şeyler olabilir mi...”
“Tatlı getirdim.”
ikimiz de başımızı kaldırıp üvey anneme baktık. Kadın
babamın yanma bir sandalye çekip kıçını park etti, be yaz tatlı
kutusunu da dikkatle masanın üzerine koydu. Kısa, kahverengi
saçlarını ve tırnaklarını yeni yaptırdığı belli olu yordu. Saç spreyi
ve oje kokuyordu. Sık sık babamın bu ka