birbirimize pek öyle sevgiyle bakmazdık. Sanırım benden çok
daha uzun boylu olduğu için.
Babamın oturduğum masaya doğru gelişini izledim. En
sevdiğim yerde, barın karanlık bir köşesinde oturuyordum;
oradayken kimse beni göremiyor, ama ben herkesi görüyor dum.
İzlenmek pek hoşuma gitmezdi. İzleyenin boyu bir seksenin
üzerinde, tebessümü de seksi olmadığı takdirde. Bir de, seri katil
olmadığı sürece. Bu beni hep etkilerdi.
Babam hâlâ normale dönmemişti. Onu saran auranın her
zaman parlak olan tonları şimdi bulanık ve griydi. Onu daha önce
bir kez, kayıp çocuklarla ilgili korkunç bir vaka üzerin de
çalışırken böyle görmüştüm. Aslında durum o kadar kö tüydü ki,
beni işe karıştırmak istememişti. O zamanlar on iki yaşındaydım,
yani her şeyi bilecek kadar büyüktüm, ama ba bam yardım
teklifimi geri çevirmişti.
Babam gözlerine yansımayan sahte bir tebessümle, “Hey,
balkabağım” dedi.
Ben de aynısını yaparak, “Hey, baba” dedim.
Babam ikimize de buğday ekmeğiyle yapılmış jambonlu,
peynirli sandviçler getirdi; bu tam da istediğim şeydi.
“Mmm, teşekkürler.”
Babam gülümseyerek sandviçi ısırışımı, çiğneyip yutuşumu,
üzerine bir yudum buzlu çay içişimi izledi.
Durup ona döndüm. “Tamam, bu ürkütücü olmaya başla dı.”
Babam kaygıyla güldü ve “Üzgünüm. Ben... yalnızca... çok
hızlı büyüyorsun” dedi.
“Büyüyor muyum?” Devam etmeden önce koluma doğru
öksürdüm. “Yeterince büyüdüm.”
“Evet.” Babamın aklı hâlâ başka bir yerdeydi. Başka bir
zamanda. Başka bir mekânda. Bir iki saniye sonra tekrar
dikkatini bana yöneltip ciddileşti. “Canım, bana anlattığın dan
başka yeteneklerin de var mı?”