“Bakın, adamın başına bunların geleceğini bilsem, onunla hiç
tartışmazdım. En azından o kadar insanın ortasında.”
Eh, hiç olmazsa zekiydi. “Neden bana neler olduğunu anlatmıyorsun?”
“Anlattım ya” dedi hayal kırıklığıyla. “Size, Mimi’nin sev gilisi olduğundan kuşkulandığımı söyledim. Çok değişmiş,
benden çok uzaklaşmıştı... O kadar yabancılaşmıştı ki, bir gün
onu takip ettim. Bir araba satıcısıyla öğle yemeği yedi, ben de...
onunla ilişkisi olduğunu sandım.”
“Dikkatini çeken bir şey oldu mu? Seni kuşkulandıran bir
şey?”
“Adama çok farklı, neredeyse düşmanca davranıyordu. Yemek
bile gelmeden gitmek için ayağa kalktı. Adam onun gitmesine
engel olmaya çalıştı. Elini tuttu, ama Mimi adamdan nefret eder
gibi elini çekti. Yürüyüp gitmeye çalıştığında adam ayağa kalkıp
yolunu kesti. O anda hepsinin doğru olduğunu anladım.”
Konuşmak adamın hayat enerjisini tüketmişti sanki. Olanları
hatırlarken omuzları çöktü.
Adamın elini tutma dürtüsünü bastırmaya çalışarak, “Ne den?”
diye sordum. “Nereden anladın?”
“Mimi ona tokat attı.” Elleriyle yüzünü kapattı. “Hayatın da
kimseyi tokatlamamıştır. Bu, iki âşığın kavgasına benzi yordu.”
Sonunda elimi adamın omzuna koydum; o da nemli, kır mızı
gözlerini kaldırıp bana baktı.
“Mimi gittikten sonra” diye devam etti, “adamın peşinden
araba bayiine gittim ve onunla yüzleştim. Bana neler olduğu nu
anlatmak istemedi, sadece Mimi’ye göz kulak olmamı, onun
tehlikede olabileceğini söyledi.” Kirpikleri nemlenen adam bir
elinin parmaklarıyla gözlerini ovdu. Diğer eli yumruk olmuş,
masada duruyordu. “Çok aptalım, Bayan Davidson.”
“Tabii ki aptal değilsin.”
“Öyleyim” derken bana o kadar umutsuz bir bakış attı ki,