Test Drive | Page 91

şını seyrettim. Aylardan şubattı, bebeğim ay ortasına kadar karnımda kalacaktı. Bu bana bir ömür kadar uzun geliyordu. Tanrıya şükür erken geldi. Ve Tanrıya şükür oğlandı. Minik oğlum şubatın dördünde doğdu. Oğlan, kralın tarafından tanınmış sağlıklı bir oğlan. İşte şimdi Boleynlerin ileri sürebileceği büyük bir kozu vardı. Yaz 1526 Ama beni öne süremediler. "Neyin var Tanrı aşkına?" diye sordu annem. "Doğumun üzerinden üç ay geçti ama salgın bir hastalığa yakalanmış gibi hâlâ bembeyazsın. Hasta mısın?" "Kanamam durmuyor." Biraz merhamet görebilmek için yüzüne baktım. Merhametten ziyade bir sabırsızlık vardı. "Korkarım kan kaybından öleceğim." "Ebeler ne diyor?" "Zamanla geçermiş." Mimikleriyle bunu onaylamadığını gösterdi. "Çok şişmansın," diye hayıflandı. "Ve çok... çok ruhsuzsun, Mary." Başımı kaldırıp ona baktım ve gözlerimin yaşlarla dolduğunu hissettim. "Biliyorum," dedim kabullenerek. "Ama kendimi ruhsuz hissediyorum." "Krala bir oğlan doğurdun." Annem bana şevk vermeye çalışıyordu ama telaşını hissedebiliyordum. "Senin yaptığını yapabilmek için dünyadaki kadınların hepsi kolunu kaybetmeye razı. Senin yerinde başka bir kadın olsa şimdiye yerinden fırlamış, yatağından çıkıp onun yanına gitmiş şarkılar söyleyip ata biniyor olurdu." BOLEYN KIZI »241 "Oğlum nerede?" diye sordum kayıtsızca. Bir an şaşkınlıkla tutuldu. "Nerede olduğunu biliyorsun. Windsor'da." "Onu en son ne zaman gördüğümü biliyor musun?" "Hayır." "İki ay önce. Kiliseden geldiğimde alıp götürmüşlerdi." Tamamen ifadesiz bir suratla bana bakıyordu. "Tabii ki alıp götüreceklerdi," dedi. "Tabii ki iyi bakılması için önceden birtakım düzenlemeler yaptık." "Başka kadınların bakması için." "Bunun ne önemi var?" Annem gerçekten anlamıyordu. "İyi bakılıyor ve kral için ismi Henry kondu." Sesindeki sevinci gizleyemiyordu. "Yediği önünde yemediği arkasında." "Ama onu özlüyorum." Bir an sanki Rusça ya da Arapça gibi onun anlayamadığı başka bir dilde konuşuyormuşum gibi durdu. "Neden?" "Onu da, Catherine'! de özlüyorum." "Bu' yüzden mi bu kadar ruhsuzsun?" "Ruhsuz değilim," dedim çekinmeden. "Üzgünüm. Öyle üzgünüm ki, yataktan çıkmadan yüzümü yastıklara gömüp ağlamak istiyorum." "Çocuğunu özlediğin için, öyle mi?" Bu ona öyle yabancı bir bahane gibi geliyordu ki, annemin onaya ihtiyacı vardı. "Sen beni hiç özledin mi?" diye haykırdım. "Haydi beni değil de Anne'i? Neredeyse daha bebekken yanından alınıp Fransa'ya gönderildik. O zaman bizi hiç özlemedin mi? Başka birileri bize okuma yazma öğretti, düştüğümüzde başka biri bizi kaldırdı, ata binmeyi başkaları gösterdi. Aklından hiç çocuklarını görmek istediğin geçmedi mi?" 242 ¦ Philippa Gregory "Hayır," dedi dürüstçe. "Size Fransız sarayından daha iyi bir yer bulamazdım. Sizi evde tutsam kötü anne olurdum." Başımı çevirdim. Gözyaşlarımın yanaklarımı ıslattığını hissediyordum. "Bebeğini görsen mutlu olacak mısın?" diye sordu annem. "Evet," diye iç çektim. " WfWB