"Üçüncü Somerset EaıTünün büyük torunu ve kralın çok sevdiği adamlarından biri." George
sadece kendi için önemli hususları dile getirmişti, adamın aile bağlarını ve tahta yakınlığını.
"Mary iyi iş çıkardı. Bu arada seni de evlendirmek için getirdiklerini biliyor muydun, Anne?"
"Babam kim olduğunu söylemedi."
"Sanırım Ormonde'a gidiyorsun," dedi George.
"Bir kontese," dedi Anne bana dönüp zafer dolu bir gülümseme patlatarak.
12
"Ama İrlandalı,-' diye vakit kaybetmeden karşılık verdim.
Kocam kraliçenin koltuğundan geriledi, bizi gördü, sonra Anne'in kışkırtıcı bakışlarına karşı bir
kaşını yukarı kaldırdı. Kral kraliçenin yanındaki koltuğuna oturup etrafa bakındı.
"Sevgili Mary Carey'min ablası bize katılmak için buraya
geldi," dedi kraliçe. "Anne Boleyn."
"George'un kardeşi mi?" diye sordu kral. Ağabeyim eğildi. "Evet Majesteleri." Kral Anne'e
gülümsedi. Anne anında reveransa geçti, başı yukarıda, dudaklarında meydan okuyan hafif bir
gülümsemeyle kuyuya düşen bir kova gibi eğildi. Kral etkilenmedi, o kolay kadınları severdi,
gülümseyen kadınları. Meydan okuyan siyah gözlerini ona diken kadınları değil.
"Ablanla tekrar bir araya geldiğin için mutlu musun?" İyice eğilerek reverans yaptım ve
doğrulurken hafifçe kızardım. "Tabii Sayın Majesteleri," dedim şirin bir edayla. "Anne gibi bir
ablanın yakınlığını hangi kız özlemez?"
Kaşları son cümlemle beraber hafifçe çatıldı. Erkeklerin açık saçık mizahını kadınların iğneli
nüktelerine tercih ederdi. Gözlerini benden Anne'in hafif şaşkın ifadesine çevirdi, sonra espriyi
anlayıp kahkahayı bastı, ellerini bana doğaı açtı. "Üzülme tatlım'," dedi. "Kimse evliliğinin
başlarındaki bir gelinin kutsallığına gölge düşüremez. Ayrıca Carey de, ben de açık renk saçlı
kadınları daha çok tercih ederiz."
Bu lafa herkes bir kahkaha patlattı, özellikle de koyu renkli olan Anne ve kestane saçları
solgun bir kahverengi ve beyaza dönmüş olan kraliçe. Kralın şakasına içten bir kahkaha
patlatmak dışında bir karşılık vermeleri aptallık olurdu zaten. Ben de güldüm, hem de içimde
onların hissettiğinden çok daha büyük bir coşkuyla, sanırım.
BOLEYN KIZI ¦ 13
Müzisyenler bir açılış parçası çalmaya başladı ve Henry beni kendine çekti. "Çok hoş bir kızsın,"
dedi takdir dolu bir sesle. "Carey de bu genç gelini öyle .beğenmiş ki, bundan sonra on iki
yaşındaki bakireler dışında kimseyi yatağa atmayacakmış."
Çenemi dik tutup yüzümdeki gülümsemeyi kaybetmemem epeyce zor oldu. Dansa devam ettik
ve kral başını eğip bana gülümsedi.
"Çok şanslı adam," dedi şefkatle.
"Sevginizi kazandığı için çok şanslı," diye başladım, iltifat etmeye debelenerek.
"Senin sevgini kazandığı için daha da şanslı bence," dedi ani bir kahkaha patlatarak. Sonra
beni dans alanına sürükledi, dans edenlerin oluşturduğu sıranın sonuna doğru savruldum,
sonra ağabeyimin onaylayan bakışlarını fark ettim. Ama daha da güzeli İngiltere kralının
kollarında dans ederek önünden geçerken Anne'in imrenerek bakan gözlerini üzerimde
hissetmekti.
Anne İngiliz sarayının günlük hayatına sızdı ve düğününü beklemeye başladı. Hâlâ müstakbel
kocasıyla tanışmamıştı, çeyiz ve başlık parası üzerine yapılan tartışmalara bakılırsa tanışmaları
epey zaman alacaktı. İngiltere'nin her kârlı işine burnunu sokan Kardinal Wolsey bile
gelişmeleri hızlandıramamıştı. Bu arada Anne bir Fransız hanımefendisinin zarafetiyle
flörtleşiyor, kayıtsız bir cazibeyle kralın kız kardeşine hizmet ediyor ve her gün saatlerce
dedikodu yapıp, ata binip George ve benimle oynuyordu. Üçümüzün de zevkleri aşağı yukarı
aynıydı ve aramızda fazla yaş farkı
14 ¦ Philippa Gregory
yoktu. Ben on dört yaşında en küçükleri. Anne on beş, George on altıydı. Çok yakın bir kan
bağımız olmasına rağmen neredeyse birbirimize yabancıydık. Ben Anne'le birlikte Fransız
sarayındayken George, İngiltere'de kralın nedimi olarak mesleğini öğreniyordu. Şimdi tekrar
birleşmiştik, saray eşrafınca üç Boleynler olarak tanınıyorduk ve koşarak bizi yakalaması için
sarayın bir ucundan diğerine adamlar gönderiliyordu.
Şu hayattaki en önemli görevimiz kralın at üstünde mızrak dövüşü, tenis, ata binme, avlanma,
kuş avı ve dans eğlencelerine eğlence katmaktı. Kral sürekli bir coşku tantanası içinde
yaşamayı severdi ve görevimiz onun hiç sıkılma-masını sağlamaktı. Ama bazen, akşam