dikkatli taşralı kadınlar vardı. Heybelerinde masallar ve notalar bulunan seyyar satıcılar...
İnsanları yaptıkları ayakkabıların ayağın her kıvrımına oturacağına ikna etmeye çalışan
ayakkabı satıcıları vardı. Çiçekçiler, tere otu satıcıları, uşaklar, baca temizleyicileri, karanlık
bastırana dek hiçbir iş yapmadan oturan meşale taşıyıcıları ve sokak temizleyicileri vardı.
Pazara giden ya da pazardan dönen aylak uşaklar vardı, her dükkânın önünde dükkân
sahibinin karısı taburesinde tombul tombul oaırmuş, gelene geçene gülümsüyor, içeri girip
mallara bakmaları için dil döküyordu.
George bu meslekler zincirinin içinden bizi, iğneye iplik geçirir gibi büyük bir kararlılıkla geçirdi.
Anne'in öfke
BOLEYN KIZI ¦ 169
fırtınası bastırmadan evvel bizi eve götürmeye debeleniyordu.
"Çok iyi gitti derim ben," dedi güven verici bir sesle. Nehre açılan bir iskeleye vardık. Howard
uşağı bir sandala el etti. "York Place'e," dedi George hemen.
Gel-git bizden yanaydı, Anne şehirden gelen pisliğin toplandığı kıyılara boş gözlerle bakarken
çabucak nehrin yukarısına yol aldık.
York Place'in kagir iskelesine yanaştık, Howard uşakları önümüzde eğildi ve sandalı şehre geri
götürmek üzere yola çıktı. George, Anne'le beni odamıza sürüdü ve sonunda kapıyı
arkamızdan kapattı.
Anne anında dönüp vahşi bir kedi gibi üzerine saldırdı. George onu bileklerinden yakalayıp
yüzünden uzaklaştırdı. "Çok iyi gitti, ha?" diye feryat etti George'a. "Çok iyi gitti! Sevdiğim
adamı kaybettim, ismim lekelendi ama çok iyi gitti! Hayatım mahvoldu, herkes beni unutana
kadar taşraya gömüleceğim ama iyi gitti! Kendi babam beni desteklemiyor, kendi annem
ölümü görse daha çok sevineceğine yeminler ediyor ama iyi gitmiş. Deli misin, yoksa salak mı?
Ha, deli misin? Yoksa sadece beyinsiz, kör, sümsük bir geri zekâlı mısın?"
George onun bileklerine yapıştı. Anne tırnaklarını bir kere daha ağabeyimin yüzüne savurdu.
Arkadan gelip topuk-larıyla George'un ayağını ezememesi için onu geriye çektim. Kavga eden
sarhoşlar gibi üçümüz birden sendeledik, Anne hem George hem dev benimle savaşırken
yatağın kenarına ayağımı vurdum ama bileklerini bırakmadan onu geri çektim. George yüzünü
korumak için onun ellerine yapıştı. Sanki Anne'in ötesinde bir şeyle savaşıyor gibiydik, sanki
içine şeytan girmişti, sanki hepimizin içine girmişti
170 ¦ Philippa Gregory
hırs. Bizi bu küçük odaya toplayan, ablamı böyle üzüntüden çıldırtan ve bizi bu savaşın içine
atan o şeytandı.
"Sakin ol artık, Tanrı aşkına," diye bağırdı George An-ne'e, tırnaklarından korunmaya
çabalarken.
"Sakin mi olayım!" diye haykırdı Anne. "Nasıl sakin olabilirim?"
"Çünkü kaybettin," dedi George uzatmadan. "Artık savaşacak bir şey kalmadı, Anne.
Kaybettin."
Anne bir an olduğu yerde dondu, yine de onu bırakmayacak kadar tedbirliydik. Sonra gözü
dönmüş gibi George'a baktı, ardından başını geriye savurup öfke dolu bir kahkaha patlattı.
"Sakin olayım!" diye bağırdı heyecanla. "Tanrım! Sükûnet içinde öleceğim. Sükûnet içinde
ölene kadar beni Hever'a kapatacaklar. Ve onu bir daha hiç, hiç görmeyeceğim!"
Bu cümlenin ardından hüzünle koca bir inilti saldı, savaş hali içini terk etti ve birden kendini
bırakıverdi. George da bileklerini tutmaktan vazgeçip onu kendine çekti, Anne kollarını onun
boynuna savurup yüzünü göğsüne gömdü. Öyle feci hıçkırıyor, acıyla öyle anlaşılmaz
homurdanıyordu ki, ne dediğini anlayamıyordum. Sonra tekrar tekrar haykırdığı cümleleri
kavradıkça kendi gözyaşlarımın süzüldüğünü fark ettim. "Ah, Tanrım, onu çok sevmiştim, çok
sevmiştim. O benim tek aşkımdı, tek aşkım."
Hiç zaman kaybetmediler. Anne'in eşyaları toplandı, atı semerlendi ve aynı gün George'a
Hever yolunda ona eşlik etmesi emredildi. Kimse onun gittiğini Lord Henry Percy'ye söylemedi.
Percy ona bir mektup gönderdi ve eli her yere
BOLEYN KIZI »171
uzanan annem mektubu açtı, şömineye atmadan evvel sessizce okudu.
"Ne diyor?" diye sordum alçak sesle.
"Ölümsüz aşk," dedi annem tiksintiyle.
"Gittiğini ona söylememiz gerekmez mi?"
Annem yüzünü buruşturdu. "Yakında öğrenir. Babası bu sabah onunla görüşecek."