bir yerden başka bir yere nasıl ulaşacağına özen göstermesini sağlayan bir detayları kavrama
yeteneği, nerede konaklayacağımıza ve kralı yaz yolculuğu sırasında hangi lordun
onurlandırması gerektiğine karar vermesini sağlayan bir siyasi kavrayış vardı. Ve Henry'yi hiç
böyle dertlerle uğraştırmayacak kadar kurnazdı, öyle ki genç kral sanki gökyüzünden yemek,
hizmetkâr ve eğlence yağıyormuş gibi zevkten zevke koşuyordu.
Yolculuk esnasında saray eşrafının öncelikli tabakasını yönlendiren yine kardinaldi. Önümüzde,
kafiledeki bütün lordların sancaklarını başlarının tepesinde dalgalandırarak taşıyan uşaklar
yürüyordu. Arada tozun yere çökmesi için bırakılmış bir boşluk vardı, sonra kırmızı deriden
işlemeli semeri ve kraliyete ait bütün süslemeleriyle en iyi atını süren kral geliyordu. Başının
tepesinde kendi sancağı dalgalanıyordu ve yanında o gün için seçtiği dostları onunla birlikte
atını sürüyordu: Kocam William Carey, Kardinal Wolsey, babam. Arkalarında kralın diğer
dostları sıralanmıştı, onlar canlarının istediği gibi yer değiştirebiliyor, önden gidebiliyor ya da
geride kalabiliyordu. Bunların etrafında, dağınık halde, selam duruşuyla mızraklarını tutan
kralın şahsi korumaları atlarıyla eşlik ediyordu. Kralı korumaları hemen hemen hiç
gerekmiyordu. Böyle bir krala zarar vermeyi kim aklından geçirebilirdi ki, içinden geçtiğimiz
küçük kasaba ve köylerde toplanıp ağzı açık bakakalan ya da alkış tutan halkın yaklaşmasını
engelliyorlardı.
Sonra bir boşluk ve ardından kraliçenin grubu geliyordu. Kraliçe her zaman bindiği sağlam
atının üzerindeydi. Semere düz oturmuş, elbisesinin kalın kumaştan etekleri tuhaf bir biçimde
kıvrılmış, şapkası başında yan yatmış, gözleri parlak günışığına karşı kısılmıştı. Kendini iyi
hissetmiyordu.
140 ¦ Philippa Gregory
Biliyordum çünkü sabah atına binerken yanı basındaydım ve sedire otururken bastırmayı
başardığı o küçük acılı iniltiyi duymuştum.
Kraliçenin grubunun ardından sarayın diğer eşrafı geliyordu. Bazıları atın üzerinde, bazıları at
arabasındaydı, bazıları yoldan kalkan tozun gırtlaklarına yapışmasını engellemek için şarkı
söylüyor ya da bira içiyordu. Saray ahalisi Greenwich'ten ayrılıp yeni partilere, yeni eğlencelere
gebe vaziyette Londra'ya yöneldiğinde hepimiz tatil havası içinde neşeli bir günü
paylaşıyorduk. Bu sene neler olacağını kim bilebilirdi?
Kraliçenin York Place'teki odaları küçük ve dedi topluydu, eşyalarımızı yerleştirip her şeyi yerli
yerine koymamız sadece birkaç gün sürdü. Kral, her zamanki gibi her sabah aralarında Lord
Henry Percy'nin de bulunduğu kendi saray eşrafıyla birlikte ziyarete geldi. Sevgili Lord ve
Anne, pencerenin önündeki koltukta başlarını birbirine iyice yanaştırıp oturarak Lord Henry'nin
şiirlerinden biri üzerine çalıştılar. Henry, Anne'in eğitimiyle çok iyi bir şair olacağına, Anne de
ona her şeyi öğreteceğine yemin etti ama bütün bu yeminler Anne'in bilgisini ve vaktini böyle
bir embesil üzerinde boşa harcaması için uydurulmuş bir bahaneden öte değildi.
Kent'teki küçük bir saraydan gelme ve Essex'te birkaç parça arazi sahibi bir Boleyn kızının
Northumberland Dükünün oğlunu embesil olarak görmesinin önemli bir şey olduğunu
düşünüyordum ama Henry Percy güldü ve Anne'in çok katı bir öğretmen olduğunu ve bu
büyük, çok büyük yeteneğin bir yerde kendini göstereceğini söyledi.
BOLEYN KIZI »141
"Kardinal sizi çağırıyor," dedim Lord Henry'ye. Hiç acele etmeden yerinden kalktı, veda etmek
üzere Anne'in elini öpüp Kardinal Wolsey'yi bulmaya gitti. Anne çalıştıkları kâğıtları toplayıp
yazı kutusuna koydu.
"Gerçekten şair olarak hiç mi yeteneği yok?" diye sordum.
Anne gülümseyerek omuz silkti. "Wyatt olmadığı kesin."
"Saray eşrafının Wyatt'i olabilir mi?"
"Evli değil," dedi. "Aklı başında her kadın onu arzular."
"Fazla yüksek, senin için bile."
"Olmaması için bir neden görmüyorum. O beni istiyor, ben de onu."
"Babamdan dükle konuşmasını istemeyi dene bakalım," diye salık verdim, hafif bir alayla. "Dük
ne diyor, öğren."
Başını çevirip pencereden dışarı baktı. York Place'in upuzun, güzel çimenleri, bahçenin
dibindeki nehri neredeyse gizleyerek göz alabildiğine uzanıyordu. "Babama sormayacağım,"
dedi. "Du 'V