Test Drive | Page 55

bir yerden başka bir yere nasıl ulaşacağına özen göstermesini sağlayan bir detayları kavrama yeteneği, nerede konaklayacağımıza ve kralı yaz yolculuğu sırasında hangi lordun onurlandırması gerektiğine karar vermesini sağlayan bir siyasi kavrayış vardı. Ve Henry'yi hiç böyle dertlerle uğraştırmayacak kadar kurnazdı, öyle ki genç kral sanki gökyüzünden yemek, hizmetkâr ve eğlence yağıyormuş gibi zevkten zevke koşuyordu. Yolculuk esnasında saray eşrafının öncelikli tabakasını yönlendiren yine kardinaldi. Önümüzde, kafiledeki bütün lordların sancaklarını başlarının tepesinde dalgalandırarak taşıyan uşaklar yürüyordu. Arada tozun yere çökmesi için bırakılmış bir boşluk vardı, sonra kırmızı deriden işlemeli semeri ve kraliyete ait bütün süslemeleriyle en iyi atını süren kral geliyordu. Başının tepesinde kendi sancağı dalgalanıyordu ve yanında o gün için seçtiği dostları onunla birlikte atını sürüyordu: Kocam William Carey, Kardinal Wolsey, babam. Arkalarında kralın diğer dostları sıralanmıştı, onlar canlarının istediği gibi yer değiştirebiliyor, önden gidebiliyor ya da geride kalabiliyordu. Bunların etrafında, dağınık halde, selam duruşuyla mızraklarını tutan kralın şahsi korumaları atlarıyla eşlik ediyordu. Kralı korumaları hemen hemen hiç gerekmiyordu. Böyle bir krala zarar vermeyi kim aklından geçirebilirdi ki, içinden geçtiğimiz küçük kasaba ve köylerde toplanıp ağzı açık bakakalan ya da alkış tutan halkın yaklaşmasını engelliyorlardı. Sonra bir boşluk ve ardından kraliçenin grubu geliyordu. Kraliçe her zaman bindiği sağlam atının üzerindeydi. Semere düz oturmuş, elbisesinin kalın kumaştan etekleri tuhaf bir biçimde kıvrılmış, şapkası başında yan yatmış, gözleri parlak günışığına karşı kısılmıştı. Kendini iyi hissetmiyordu. 140 ¦ Philippa Gregory Biliyordum çünkü sabah atına binerken yanı basındaydım ve sedire otururken bastırmayı başardığı o küçük acılı iniltiyi duymuştum. Kraliçenin grubunun ardından sarayın diğer eşrafı geliyordu. Bazıları atın üzerinde, bazıları at arabasındaydı, bazıları yoldan kalkan tozun gırtlaklarına yapışmasını engellemek için şarkı söylüyor ya da bira içiyordu. Saray ahalisi Greenwich'ten ayrılıp yeni partilere, yeni eğlencelere gebe vaziyette Londra'ya yöneldiğinde hepimiz tatil havası içinde neşeli bir günü paylaşıyorduk. Bu sene neler olacağını kim bilebilirdi? Kraliçenin York Place'teki odaları küçük ve dedi topluydu, eşyalarımızı yerleştirip her şeyi yerli yerine koymamız sadece birkaç gün sürdü. Kral, her zamanki gibi her sabah aralarında Lord Henry Percy'nin de bulunduğu kendi saray eşrafıyla birlikte ziyarete geldi. Sevgili Lord ve Anne, pencerenin önündeki koltukta başlarını birbirine iyice yanaştırıp oturarak Lord Henry'nin şiirlerinden biri üzerine çalıştılar. Henry, Anne'in eğitimiyle çok iyi bir şair olacağına, Anne de ona her şeyi öğreteceğine yemin etti ama bütün bu yeminler Anne'in bilgisini ve vaktini böyle bir embesil üzerinde boşa harcaması için uydurulmuş bir bahaneden öte değildi. Kent'teki küçük bir saraydan gelme ve Essex'te birkaç parça arazi sahibi bir Boleyn kızının Northumberland Dükünün oğlunu embesil olarak görmesinin önemli bir şey olduğunu düşünüyordum ama Henry Percy güldü ve Anne'in çok katı bir öğretmen olduğunu ve bu büyük, çok büyük yeteneğin bir yerde kendini göstereceğini söyledi. BOLEYN KIZI »141 "Kardinal sizi çağırıyor," dedim Lord Henry'ye. Hiç acele etmeden yerinden kalktı, veda etmek üzere Anne'in elini öpüp Kardinal Wolsey'yi bulmaya gitti. Anne çalıştıkları kâğıtları toplayıp yazı kutusuna koydu. "Gerçekten şair olarak hiç mi yeteneği yok?" diye sordum. Anne gülümseyerek omuz silkti. "Wyatt olmadığı kesin." "Saray eşrafının Wyatt'i olabilir mi?" "Evli değil," dedi. "Aklı başında her kadın onu arzular." "Fazla yüksek, senin için bile." "Olmaması için bir neden görmüyorum. O beni istiyor, ben de onu." "Babamdan dükle konuşmasını istemeyi dene bakalım," diye salık verdim, hafif bir alayla. "Dük ne diyor, öğren." Başını çevirip pencereden dışarı baktı. York Place'in upuzun, güzel çimenleri, bahçenin dibindeki nehri neredeyse gizleyerek göz alabildiğine uzanıyordu. "Babama sormayacağım," dedi. "Du 'V