"Eee, sence nasıl?" diye sordu bana, kocaman tahta silindirlerin üzerinde duran henüz yarısı
inşa edilmiş geminin pürüzsüz meşe kısmının önünde gözlerini kısarak. "Sence çok güzel
olmayacak mı?"
"Çok güzel ve çok tehlikeli," dedim, silahın deliklerine bakarak. "Tabii ki, Fransızların böyle bir
şeyi yoktur."
"Hiç yok," dedi Henry gururla. "Geçen sene denizde bunun gibi üç tane dilberim olsaydı Fransız
ordusunu limanda gizlenirken mahvetmiştim ve bugün hem İngiltere'nin, hem Fransa'nın, hem
de tüm dünyanın kralıydım."
Durakladım. "Dediklerine göre Fransız ordusu çok güç-lüymüş," dedim. "Francis de çok
yürekliymiş."
"Kasıntının teki," dedi itiraz ederek. "Hepsi gösteri. Ben, Calais'den ona doğru ilerlerken
İspanya'nın Charles'ı onu güneyde yakalayacak. İkimiz Fransa'yı aramızda bölüşeceğiz."
Ustabaşına döndü. "Ne zamana hazır olur?"
"Bahara," dedi adam.
"Ressam bugün burada mı?"
Adam başıyla onayladı. "Evet, burada."
"Sizinle bir çizim istiyorum, Bayan Carey. Bir dakika oturup adamın eskizinizi çizmesine izin
verir misiniz?"
Sevinçten kızardım. "Tabii, eğer siz istiyorsanız."
Henry ustabaşına dönüp başını salladı, adam platformdan altımızdaki iskeleye seslendi ve bir
adam koşarak yanı110 ¦ Philippa Gregory
miza geldi. Henry basamaklardan inmeme yardım etti, yeni döşenmiş tahtaların üzerine
oturdum ve basit giysiler içindeki adam çabucak yüzümün eskizini çizdi.
"Bu resmi ne yapacaksınız?" diye sordum merakla, kımıldamadan gülümseyerek poz vermeye
çabalarken.
"Bekle görürsün."
Ressam kâğıdını kenara koydu. "Bu bana yeter."
Henry elini uzatıp beni ayağa kaldırdı. "Şimdi tatlım, atlarımıza binip yemeğimize gidelim. Seni
taşkınlarla dolu otlakların arasından eve götüreceğim. Dörtnala saraya gidebileceğimiz güzel
bir yol var."
Kâhyalar üşütmesinler diye atları dolaştırıyordu. Henry beni semerime yükseltti, sonra kendi
atına bindi. Herkesin hazır olduğundan emin olmak için omzunun tepesinden arkaya baktı.
Lord Percy, Anne'in kolanını sıkıyordu. Anne başını indirip o küçük, kışkırtıcı gülümsemesiyle
adama gülümsedi. Sonra hepimiz atlarımızla döndük ve güneş soğuk kış akşamında gökyüzünü
pembe-krem bir renge boyarken Greenwich'e doğru yola koyulduk.
Noel yemeği neredeyse tüm gün sürdü ve o gece Henry'nin beni çağırtacağından emindim.
Ama o kraliçeyi ziyaret edeceğini ilan etti ve arkadaşlarıyla içki içmesini bitirip kraliçenin
odalarından birinde yatağa girene kadar ben, karısıyla birlikte onu bekleyen diğer leydilerin
yanında oturmak zorunda kaldım.
Anne elime yarı dikilmiş bir gömlek tutuştuaıp o izin vermediği sürece ayağa kalkamayacağım
şekilde elbisesinin eteğini benim elbisemin eteğinin üzerine bastırarak yanıma oturdu. "Of, git
başımdan," dedim mırıldanarak.
BOLEYN KIZI ¦ 111
"O perişan ifadeyi sil yüzünden," diye tısladı. "Dikişini dik ve keyif alıyormuş gibi gülümse.
Böyle gemilerin batmış, suratını astığın müddetçe hiçbir erkek seni arzulamaz."
"Ama Noel gecesini onunla geçirmesi..."
Anne beni onayladı. "Nedenini bilmek ister misin?"
"Evet."
"Dilenci kılıklı bir falcı bu gece ona bir oğlu olacağını söylemiş. Kraliçenin ona bir sonbahar
bebeği vereceğini umut ediyor. Tanrım, erkekler ne kadar aptal."
"Falcı mı?"
"Evet. Diğer bütün kadınlardan vazgeçerse bir oğlu olacağını söylemiş. Bil bakalım falcıyı kim
tutmuş?"
"Ne demeye çalışıyorsun?"
"Tahminimce eğer falcıyı baş aşağı edip güzelce bir sallarsak cebinden Seymour altınları
çıkacaktır. Ama artık çok geç. Yapacağını yaptı. Bu gece ve on ikinci geceye kadar her gece