"Lord Percy mi? Ah, baş döndürücüydü."
"Hayır, kral."
Anne açıktan açığa kışkırtarak gülümsedi. "Seni soruyordu."
"Sen ne dedin?"
"Dur bir düşüneyim." Başlığını yatağa fırlatıp başını savurdu, saçları koyu dalgalar halinde
sırtına indiğinde ensesini serinletmek üzere tek eliyle hepsini topladı. "Öf, hatırlamıyorum. Çok
sıcak."
Anne'in alaylarına beni alt üst etmesine izin vermeyecek kadar alışkındım. Boş şöminenin
yanındaki küçük tahta iskemlede sessizce oturdum ve o yüzünü yıkayıp Fransızca nidalarla
sıcaktan yakınarak kollarıyla ensesine su serptikten sonra saçlarını tekrar toplayana dek
başım: bile
78 ¦ Philippa Gregory
çevirmedim. Bunların hiçbiri etrafıma bakınmama neden olmadı.
"Sanırım şimdi hatırladım," dedi.
"Önemli değil," dedim. "Yemekte kendisini zaten göreceğim. O zaman bana söylemek istediği
her şeyi kendi ağzıyla söyleyebilir. Sana ihtiyacım yok."
Buna anında parladı. "Tabii ki var! Nasıl davranacaksın? Ne diyeceğini bile bilmiyorsun!"
"Adamın aklını başından alıp benden fularımı istemesini sağlayacak kadar konuşmayı
becerdim," dedim sakin sakin. "Onunla yemekten sonra kibar kibar konuşmayı becerecek
kadar da bilgiliyim."
Anne geri çekilip gözleriyle beni tarttı. "Çok sakinsin," diyebildi ancak.
"Düşünecek vaktim oldu," dedim soğuk bir sesle.
"Ve?"
"Ne istediğimi biliyorum."
Bekledi.
"Onu istiyorum," dedim.
Başıyla onayladı. "İngiltere'deki bütün kadınlar onu istiyor. Senin de aksini kanıtlayacağını
baştan beri düşünmedim zaten."
Küçümseyerek omuz silktim. "Ama onsuz da yaşayabileceğimi biliyorum."
Gözlerini kıstı. "William seni geri almazsa hayatın kayar."
"Ona da katlanabilirim," diye karşılık verdim. "Hever'da yaşamak hoşuma gitti. Her gün atımla
dolaşmayı, bahçelerin arasında yürüyüşe çıkmayı sevdim. Orada aşağı yukarı üç ay kendi
başımaydım ve daha önce hiç tek başıma kalmamıştım. Anladım ki saray eşrafına, kraliçeye,
krala, hatta sana bile ihtiyacım yok. Atımla dışarıda dolaşmayı ve tarlaBOLEYN KIZI ¦ 79
lan kontrol etmeyi sevdim, çiftçilerle konuşmak, ürünlerini takip etmek, nasıl büyüdüklerini
görmek güzeldi."
"Çiftçi mi olmak istiyorsun?" diye güldü aşağılarcasına.
"Çiftçi olsaydım mutlu olabilirdim," dedim inatla. "Krala âşığım," -Kısa bir iç çektim- "Hem de
çok. Ama işler ters giderse küçük bir çiftlikte yaşar ve mutlu olabilirim."
Anne yatağın ayakucundaki şifoniyere yürüyüp yeni bir başlık çıkarttı. Aynada kendini
seyrederek saçlarını düzeltti, başlığını taktı. Heyecan dolu koyu gözleri anında bambaşka bir
zarafete büründü. Ve tabii ki bunun farkındaydı.
"Yerinde olsam kendime ya kral, ya hiç kimse derdim," dedi. "Onunla şansımı denemek uğruna
başımı idam sehpasına koymayı göze alırdım."
"Onu istiyorum. Ama kral olduğu için değil."
Omuz silkti. "İkisi de aynı şey. Adamın başındaki tacı unutup onu sıradan bir insanmış gibi
arzulayamazsın. O var olanın en iyisi. Kraliyette ondan daha büyük bir erkek yok. Bir eşini
daha bulmak için Fransa'ya Kral Francis'e ya da İspanya'ya imparatora gitmen lazım."
Başımı iki yana salladım. "İmparatoru da, Fransız kralını da gördüm ve ikisine de başımı çevirip
bakmam bile."
Anne bakışlarını aynadan ayırıp göğüslerinin kıvrımlarını ortaya çıkaracak şekilde korsesini
çekiştirdi. "O zaman bir geri zekâlısın," dedi sadece.
Hazır olduğumuzda beni kraliçenin odalarına götürdü. "Seni geri kabul ediyor ama sıcak bir
biçimde karşılamayacak." Kraliçenin odasının önündeki askerler bizi selamlayıp çift kanatlı
kapıyı açarken Anne omuzlarını geriye attı. İkimiz, Boleyn kızları, sanki şatonun yarısı bizimmiş
gibi bir edayla içeri girdik.