Rochford'a, sonra Hever'a götürmüş, annem burada şatonun küçüklüğünden ve odaların
darlığından dolayı hayrete düşmüştü.
Babam onu memnun etmek için hemen evi yeniden inşa etmeye girişmişti. Önce eski tarzda
yapılmış tepesi açık, kirişleri görünen büyük salona bir tavan koydurmuştu. Salonun tepesine
açılan alana bizler için rahat rahat ve kendi
BOLEYN KIZI ¦ 67
kendimize oturabileceğimiz, yemek yiyebileceğimiz odalar yaptırmıştı.
Bahçenin girişinde babamla ben içeri doğru döndük, biz geçerken reverans yapabilmek için
kapı görevlisi ve karısı apar topar dışarı fırladı. Onlara el sallayarak önlerinden geçip toprak
patikadan yukarı çıkarak üzerinde küçük tahta bir köprü bulunan ilk nehri geçtik. Atım bu işten
hiç hoşlanmadı, içi boş tahtadan yansıyan kendi toynak seslerini duyar duymaz geriledi.
"Aptal," dedi babam sadece. Bana mı, yoksa ata mı dedi anlamamıştım. Atını benimkinin
önüne sürdü ve önden gitti. Atım herhangi bir tehlike olmadığını görünce uysallıkla onu takip
etti. Babamın peşinden şatomuza giden açılır kapanır köprüyü geçip adamların nöbet
odasından çıkıp atlarımızı almalarını ve onları arkadaki ahırlara götürmelerini bekledim.
Bedenimi semerden alıp yere bıraktıklarında uzun at yolculuğu yüzünden bacaklarım
tutmuyordu ama köprünün üzerinden babamı takip ederek bekçi evinin gölgelerine, demir
parmaklıkların dişlerinin altından şatonun bizi bekleyen küçük bahçesine geçtim.
Ön kapı açıktı, evin kâhyasıyla uşakların şefi dışarı fırlayıp arkalarında yarım düzine
hizmetkârla babamın önünde eğildiler. Babam gözlerini hizmetkârların üzerinde gezdirdi.
Bazılarının üniforması tam takımdı, bazılarınınki değildi, hizmetçi kızlardan ikisi alttaki en iyi
önlüğün üzerine taktıkları kendir bezinden önlükleri çözmekle meşguldü ama bunu yaparken
çok pis bir üniformayı göz önüne seriyorlardı. Bahçenin köşesinden gizli gizli bakan ızgaracı
çocuk leş gibi pisti ve eski püskü giysilerinin içinde yarı çıplaktı. Babam bu düzensizlikle
ihmalkârlığı görmezden geldi ve adamlarına bakıp başını yukarı aşağı salladı.
68 ¦ Philippa Gregory
"Evet," dedi ihtiyatlı bir dille. "Bu kızım Mary. Bayan Mary Carey. Bizim için oda hazırladınız
mı?"
"Ah, evet efendim." Yatak odalarından sorumlu hizmetkâr eğildi. "Her şey hazır. Bayan
Carey'nin odası hazır."
"Ya akşam yemeği?" dedi babam.
"Hemen."
"Kendi odalarımızda yiyeceğiz. Yarın büyük salonda yiyeceğim, isteyen gelip beni orada
görebilir. Onlara yarın akşam halka açık yiyeceğimi söyle. Ama bu akşam rahatsız edilmek
istemiyorum."
Kızlardan biri öne çıkıp önümde reveransa geçti. "Size odanızı göstereyim mi, Bayan Carey?"
diye sordu.
Babamın başıyla onaylamasıyla birlikte kızı takip ettim. Büyük ön kapıdan geçip dar bir
salondan sola döndük. Sonunda küçük, sarmal bir taş merdiven bizi içinde uçuk mavi ipek
perdeli bir yatağı olan şirin bir odaya götürdü. Pencereler hendeğe ve ötesindeki bahçeye
bakıyordu. Odamdaki kapılardan biri annemin en sevdiği oturma odası olan taş şömineli küçük
bir odaya açılıyordu.
"Yıkanmak ister misin?" diye sordu kız beceriksizce. Soğuk su dolu ibrikle testiyi gösterdi.
"Sıcak su getirebilirim."
Binici eldivenlerimi çıkartıp ona uzattım ve "Evet," dedim. Bir an Eltham'daki şatoyu ve hiç
bitmeyen o pohpoh-çu hizmeti düşündüm. "Bana biraz su getir ve söyle kıyafet lerimi
getirsinler. Bu binici kıyafetini çıkartmak istiyorum."
Eğilip odadan çıktı ve küçük taş merdivene yöneldi. Giderken unutmamak için kendi kendine
mırıldandığını duyabiliyordum: "Sıcak su. Kıyafetler." Pencerenin önündeki koltuğa gittim,
dizlerimin üzerine çöktüm ve kurşun parmaklıkların arasından dışarı baktım.
BOLEYN KIZI ¦ 69
Bütün günü, geride bıraktığım Henry ve saray eşrafını düşünmemeye çalışarak geçirmiştim
ama şimdi bu konfordan uzak eve geri dönerek sadece kralın sevgisini değil, hayatımın bir
parçası olan lüksleri de kaybetmiştim. Tekrar Heverlı Bayan Boleyn olmak istemiyordum.
Kent'teki küçük bir şatonun kızı olmak istemiyordum. Koca İngiltere'nin en beğenilen genç kızı
olmuştum. Hever'ın çok ötesine gitmiştim ve geri dönmek istemiyordum.