"Fularımı yere düşürdünüz," dedim yüzümü asarak. "Refakatçiniz fuları Kraliçe Mary'ye, o da
Kraliçe Katherine'e verdi. Kraliçe fuları hemen tanıdı. Bana geri verdi."
"Eee?"
Kraliçe Katherine'in, kraliçeliğinin bir parçası olarak be-cerebildiği o küçük iğnelemeleri örnek
almalıydım. Kocasına asla yakınmazdı. Sorunlarını Tanrıya iletir ve sadece bunu yaptığı
zamanlarda içinden fısıldayarak dua ederdi.
"Kendimi çok kötü hissettim," dedim. "O fuları baştan size vermemem gerekirdi."
BOLEYN KIZI ¦ 59
"Şimdi geri aldın işte," dedi sesinde en ufak bir sevecenlik olmaksızın. "Madem o kadar
değerliymiş."
"Değerli olduğundan değil," diye üsteledim. "Ama Kraliçe anında onun bana ait olduğunu
anladı. Bütün kadınların içinde onu bana uzattı, sonra öyle bir yere bıraktı ki, tutmasam
düşecekti."
"Peki, şimdi ne değişti?" dedi kaba bir sesle, yüzü aniden çirkin ve gülümsemeyen bir ifadeye
bürünürken. "Zor olan nedir? Bizi dans ederken de, konuşurken de gördü zaten. Yanımda
olmanı istediğimi gördü, kraliçenin gözü önünde benimle el eleydin. O zaman böyle dırdırlanıp
yakınmamışım."
"Dırdırlanmıyorum!" dedim alınarak.
"Evet, dırdırlanıyorsun," diye yapıştırdı. "Nedensiz ve özür dilerim ama hiçbir sıfatın
olmaksızın. Ne sevgilim, ne metresim, ne de karımsın. Başka kimsenin davranışlarımla ilgili
yakınmalarını dinlemem. Ben İngiltere Kralıyım. Davranışlarımı beğenmiyorsan Fransa her
zamanki yerinde duruyor. İstediğin zaman Fransız sarayına gidebilirsin."
"Majesteleri... ben..."
Atını mahmuzladı, hayvan tırısa kalktı, sonra eşkin gitmeye başladı. "Sana iyi geceler
diliyorum," dedi omzunun üzerinden ve pelerini uçuşarak, şapkasının tüyü dalgalanarak
benden uzaklaştı. Beni orada ona söyleyecek hiçbir şeyini, onu geri çağıracak hiçbir yolum
olmadan öylece bıraktı.
Anne o gece, bütün konuşulan ve yapılanların detay de-tay hesabını sormak üzere, sessizlik
içinde beni kraliçenin
60 ¦ Phiiippa Gregory
odalarından odamıza getirmesine rağmen onunla konuşmak istemiyordum.
"Anlatmayacağım," dedim. "Beni yalnız bırak."
Anne başlığını çıkartıp saçlarındaki tokaları açmaya başladı. Bense yatağa atladım, elbisemi
çıkarıp fırlattım, geceliğimi giydim ve saçlarımı fırçalamadan, hatta yüzümü bile yıkamadan
yatağa girdim.
"O halde yatmayacaksın, değil mi?" dedi Anne olay yaratarak.
"Tanrı aşkına," dedim, yastığa doğru, "beni yalnız bırak."
"Kral ne..." diye başladı, yatağa, yanıma süzülürken.
"Anlatmayacağım. Sorma."
Başını peki anlamında salladı, döndü ve mumu söndürdü.
Tüten fitilin kokusu üzerime geldi. Yas kokusu gibiydi. Karanlıkta, Anne'in hafiyeliğinden
kendimi koruyarak sırt üstü döndüm, tepemdeki tenteye bakarak yattım ve kral bir daha bana
bakmayacak kadar sinirlendiyse neler olur düşünmeye başladım.
Yüzüm buz gibi oldu. Ellerimi yanaklarıma götürdüm ve yaşlardan ıslak olduğunu hissettim.
Yüzümü nevresime sildim.
"Ne oldu?" diye sordu Anne yarı uykulu.
"Yok bir şey."
"Onu elinden kaçırdın," dedi Howard dayım suçlayarak. Eltham Sarayı'nın büyük salonundaki
uzun tahta yemek masasının diğer ucuna baktı. Uşaklarımız kapıda nöbet bekliyordu, salonda
başka kimse yoktu ama şöminenin küllerinde uyuyan birkaç kurt köpeğiyle bir çocuk vardı. HoBOLEYN KIZI ¦ 61
ward üniformalı adamımız karşıdaki kapıda duruyordu. Saray, kralın sarayı özel konuşabilelim
diye biz Howardlar için güvenli bir yere dönüştürülmüştü.
"Avucunun içindeydi ve kaçırdın. Nerede hata yaptın?" Başımı iki yana salladım. Baş eğmeyen
o yüksek tahta masaya sırlarımı dökmeyecek, taş suratlı Howard Dayıya çözülmeyecek kadar
ketumdum.