"Başlarınızı eğip örtün," diye bağırdı içlerinden biri. "Ve kraliyet sancağını indirin."
Çok utanç verici bir andı. Kayıkçılardan biri bıçağını çıkarıp İngiltere'nin kendi vatandaşları
kendi krallarının sancağını görecek korkusuyla kraliyet sancağının iplerini kesti. Sancağı
kapmaya çabaladı ama kumaş elinden kayıp kayıktan düştü. Sancağın suda döne döne batışını
seyrettim.
"Boş ver şimdi onu! Yürü!" diye bağırdı Anne yüzünü kürkünün içine gizleyerek.
Başımı eğip onun yanına çöktüm ve birbirimize sarıldık. Tir tir titrediğini hissedebiliyordum.
Akıntıda kıyıdan uzaklaşırken kalabalığı gördük. Meşaleleri vardı ve karanlık nehrin sularında
alevlerinin uzayıp kısalışını görebiliyorduk. Meşaleler göz alabildiğince uzanıyor gibiydi. Suyun
üzerinden adamların ablama ettikleri küfürleri duyduk. Her vahşi haykırışın ardından onu
onaylayan bir kükreyiş geliyordu, nefret dolu bir kükreyiş. Anne kayığın içinde iyice büzüştü,
bana daha da sıkı sarılıp korkuyla titremeye devam etti.
Kayıkçıklar çılgın gibi küreklere asılmıştı, bu havada kayığa saldırırlarsa hiçbirimizin sağ
kalamayacağını biliyorlardı. Kalabalık karanlık sularda yol aldığımızı bilirse kaldırım taşlarını
yerinden söküp üzerimize fırlatır, bizi yakalamak için kıyıdan takip eder, kendilerinin kumanda
edeceği kayıklar bulup peşimizden gelirdi.
"Daha hızlı çekin!" diye tısladı Anne. Kraliyete yakışmayacak biçimde ilerliyorduk, vurarak ya
da bağırarak ritim tutmaya cesaretimiz yoktu. Karanlığın arkasına gizlenerek kalabalığı
sessizce geçip gitme derdin-deydik. Göz ucuyla kayığın üzerinden etrafa baktım ve meşalelerin
durduğunu, sanki karanlığın iç