Ben de o sırada oynayacağımız oyunun kartlarını diziyordum. Dördüncü oyuncuyu bulmak için
etrafıma bakındım. Sor Francis Weston öne çıkıp bana reverans yaptı. "Kalbimi ortaya koyabilir
miyim?" diye sordu.
George ikimizi seyrediyor, Sör Francis'in sıcacık gözleriyle benimle flörlleşmesine
gülümsüyordu.
"Ortaya koyacak bir şeyin yok," diye hatırlattım ona. "Beni mavi elbisemle gördüğünde kalbini
kaybettiğine yemin etmiştin."
"Kralla dans ettiğinde kalbimi geri aldım," dedi. "Kırılmıştı ama yine benimdi."
"O artık bir kalpten çok kırık bir ok," dedi Henry. "Sürekli kaybedip sonra geri alıyorsun."
"Hiçbir zaman hedefini bulamıyor da ondan," dedi Sör Francis. "Siz Majesteleri yanında ben
kötü bir nişancıyım."
"Aynı zamanda kötü de bir kart oyuncususun," dedi Henry umutla. "Potu bir şiline oynayalım."'
Birkaç gece sonra Piskopos Fisher hastalandı, midesin-deki rahatsızlıktan neredeyse ölüyordu.
Masasındaki üç adam zehirlenerek öldü, evin diğer üyeleri de hastalandı. Biri adamın çorbasına
zehir koyması için aşçıya rüşvet vermişti. Piskopos Fisher çok şanslıydı ki, canı o akşam çorba
içmek istememişti.
Anne'e o gece kapıda babamdan ne istediğini ya da babamın ona ne cevap verdiğini sormadım.
Piskoposun hasBOLEYN KIZI ¦ 435
talanmasında ve masasındaki üç masum adamın ölümünde parmağı olup olmadığını da
sorgulamadan. Bir insanın kendi ablasının ve babasının katil olduğunu düşünmesi az bir şey
değildi. Ama ablamın Fisher'dan en az kardinalden nefret ettiği kadar nefret ettiğini söylerken
yüzünde nasıl bir ifade olduğunu hatırlıyordum. Ve şimdi kardinal utanç içinde ölmüş, Fisher'ın
yemeği zehirle tatlandırılmıştı. Yaz flörtü olarak başlayan bu hikâye, sırlarını öğrenmek
istemeyeceğim kadar esrarlı ve büyük bir olaya dönüşmüştü. An-ne'in 'Dişe diş kana kan,'
diyen şeytani düsturu Boleynleri, Howardlan ve tüm ülkeyi lanetliyor gibiydi.
Paskalya yortusunda kraliçe tam öngördüğü gibi saray eşrafının ilgi odağıydı. Henry şehirden
kralla kraliçenin birlikte yemek yediğini görmeye gelen herkesin evine gidip ömrünün
zirvesindeki bir adamın kendinden bu kadar yaşlı ve böyle meymenetsiz bir kadına mahkûm
olmasının ne kadar talihsiz bir durum olduğunu söylemesini istiyordu. Bazen kraliçe yemekten
erken kalkıyor, nedimeleri onunla birlikte gitmekle salonda kalmak arasında seçim yapmak
zorunda kalıyordu. Sarayın bitmek bilmeyen dedikodusu ve skandahndan, kadınların kin ve
nispetinden, ablamın her an kaybedebileceği cazibesinden yorgun düşmüştüm. Ve burada
kalırsam görmek zoaında kalabileceğim şeylerden