428 ¦ Philippa Gregory
BOLEYN KIZI ¦ 429
bir şey yapmazdı," dedi. "Tanrının önünde diz çökün Leydi Carey, benim değil."
Yine de ayağa kalkmadım. "Sizden özür dilemek istiyorum," dedim. "Ne yazık ki, kaderim
aleyhinize birtakım çıkarları olan bir ailenin kızı olmak. Eğer sadece nedimeniz olsaydım
benden asla şüphe etmezdiniz."
"İçinizden gelmese düşmezdiniz. Bana ihanet etmek çıkarlarınıza uygun olmasa bana sadık
kalırdınız. Gidin başımdan Leydi Carey, siz de kurnazca her şeyi kendi çıkarına yontan, sağına
soluna bakmadan dimdik ilerleyen ablanızdan farklı değilsiniz. Hiçbir şey Boleynleri istediğini
elde etmekten alıkoymayacak, bunu biliyorum. Bazen ablanızı hiçbir şeyin yolundan
döndürmeyeceğini düşünüyoaım, ölümümün bile. Ve sizin de ona yardım edeceğinizi biliyorum,
beni ne kadar severseniz sevin, benim küçük nedi-memken sizi ne kadar sevmiş olursam
olayım, hedefine giderken attığı her adımda onun arkasında olacaksınız."
"O ablam," dedim duygu dolu bir sesle.
"Ben de sizin kraliçenizim," dedi buz gibi bir sesle.
Yerdeki tahtaların üzerinde dizlerim acımıştı ama kalkmak istemiyordum.
"Oğlum onun ellerinde," dedim. "Ve kralım her şeyiyle onun emrinde."
"Gidin başımdan," diye tekrarladı kraliçe. "Yakında Noel ziyafeti sona erecek ve Paskalya
yortusuna dek görüşmeyeceğiz. Yakında Papa kararını verecek, krala evliliğini
şereflendirmesini söylediğinde ablanız bir sonraki adımını atacak. Sizce ne beklemeliyim?
Vatana ihanet mi? Yoksa yemeğime atılacak bir zehir mi?"
"Böyle bir şey yapmaz," diye fısıldadım.
"Yapar," dedi kraliçe çekinmeden. "Ve siz de ona yardım edersiniz. Beni yalnız bırakın, Leydi
Carey. Paskalya yortusuna dek sizi bir daha görmek istemiyorum.''
Ayağa kalktım, geri geri yürüdüm, kapıya geldiğimde ancak bir imparatorun karşısında
eğilebileceğim kadar eğildim. Yaşlarla dolu yüzümü ona göstermedim. Utançla başımı eğdim.
Odasından çıkıp kapıyı kapattım ve onu dışarıya, düşmanını onurlandırmak üzere güle oynaya
nehrin aşağısına giden saray eşrafına bakarken yalnız bıraktım.
Saray eşrafının çoğu burada olmadığından bahçeler ıssızdı. Üşüyen ellerimi manşetlerimin
kürklerinin içine iyice gömüp başım eğik, yanaklarım gözyaşlarımdan donarken nehrin
aşağısına yürüdüm. Aniden perişan görünümlü bir çift çizme önüme dikiliverdi.
Başımı kaldırıp baktım. Bir kadının durup dikkatli baktığında fark edeceği hoş bir çift bacak,
kalın pantolon, kahverengi pamuklu kep, gülümseyen bir yüz gördüm: William Stafford.
"Saray eşrafıyla birlikte ablanı görmeye gitmedin mi?" diye sordu, herhangi bir selamlama
kelimesi atfetmeye gerek duymadan.
"Hayır," dedim hiç uzatmadan.
Mutsuz yüzüme dikkatle baktı.
"Çocukların iyi mi?"
"Evet," dedim.
"Sorun ne o zaman?"
"Kötü bir şey yaptım," dedim suyun üzerinde parlayan kış güneşine karşı gözlerimi kısıp nehrin
yukarısına, saray eşrafının kayıklarda mutlu mutlu ilerlediği yöne bakarak.
* 430 ¦ Philippa Gregory
William devam etmemi bekledi.
"Kraliçe hakkında bir şey buldum ve bunu dayıma söyledim."
"Peki, o yaptığının kötü bir şey olduğunu düşündü mü?"
Hafif bir kahkaha attım. "Hayır tabii ki. Şu ana kadar onun gözünde iftihar edilecek biriyim."
"Düşesin gizli notu," diye tahmin etti hemen. "Bütün sarayın dilinde. Yengen saraydan
uzaklaştırıldı. Ama nasıl yakalandığını kimse bilmiyor."
"Ben..." diye başladım lafa beceriksizce.
"Benden laf çıkmaz." Tanıdık bir tavırla üşüyen elimi alıp dirseğinin boşluğuna koydu ve nehir
boyunca yürümeye başladık.
"Sen olsan ne yapardın?" diye sordum. "Kendinden başka kimseye danışmayan, kendi yolunda
yürümekten gurur duyan biri olarak..."
Stafford mutluluğunu gizlemeyen bakışlarla yan yan bana baktı. "Konuştuklarımızı hatırladığını
düşünmeye bile cüret etmemiştim."
"Bunun bir anlamı yok," dedim heyecandan hafifçe şaşalayarak. "Yani bir şey demek değil."