gülsuyuna boğdum. Korodakiler daha tüyü bitmemiş çocuklardı, fazlaca heyecanlanıp
şövalyelere saldırdılar, şövalyeler çocukların ayaklarını yerden kesip onları sahneye devirdi,
kıkırdayarak başları dönene kadar etrafa çarpa çarpa döndüler. Biz leydiler de şatodan çıkıp
dansa başladığımızda, benimle dans etmeye en uzun boylu şövalye, yani kral geldi. Ve ben,
George'la yaptığım savaştan sonra hâlâ nefes nefese, başlığımda ve saçlarımda gül
yapraklarıyla, elbisemin katlarının arasından şekerli meyveler dökülürken güldüğümü, sonra
elimi ona uzattığımı, sanki taşra oyunla20 ¦ Philippa Gregory
rındaki bir hizmetçi, o da sıradan bir adammış gibi onunla dans ettiğimi fark ettim.
Maskeleri çıkarma zamanını gösteren işaretin vakti geldiğinde kral bağırdı: "Devam edin! Biraz
daha dans edelim!" ve dönüp başka bir eş almak yerine yine beni seçti, bir kez daha el ele
taşra dansı yaptık. Altın rengi maskesinin deliklerinden parlayan gözlerle bana baktığını
görebiliyordum. Umursamadan, gülerek ona karşılık verdim, yüzüme yansıyan güneş gibi
parlak beğeniyi içime sindirdim.
"Bu gece elbiseni çıkartırken kocana imreneceğim, tepesinden aşağı şekerler dökeceksin,'' dedi
mırıldanır gibi, dans gereği yan yana gelip ortadaki başka bir çifti seyrederken.
Zeki ve nükteli bir cevap aklıma gelmedi, duyduklarım saray aşkının resmi iltifatları değildi.
Tepesine şekerler yağan bir koca resmi fazla evcimen, aynı zamanda fazla erotikti.
"Tabii ki herhangi bir şeye imrenmene gerek yok," dedim. "Tabii ki, her şey senin." "Nedenmiş
o?" diye sordu.
"Çünkü sen kralsın," diye başladım, kimliğinin gizli kalması gerektiğini unutarak. "Şato Vert'in
Kralı," diye toparladım. "Bugünün kralı. Kral Henry sana imrensin, kuşatmayı kırmak yarım
gününü bile almadı."
"Peki ya Kral Henry hakkında ne düşünüyorsun?" Başımı kaldırıp en masum bakışlarımla ona
baktım. "O bu ülkenin gördüğü en büyük kral. Sarayında olmak benim için bir onur, ona yakın
olmaksa bir ayrıcalık." "Onu bir erkek olarak sever miydin?" Başımı önüme eğdim ve kızardım.
"Bunu düşünmeye bile cüret edemem. Bana hiç o gözle baktığını görmedim."
BOLEYN KIZI ¦ 21
"Ah, bakmaz olur mu," dedi kral kararlı bir sesle. "Bundan emin olabilirsin. Sana o gözle
bakıyorsa Bayan Nezaket, ona adın gibi nazik davranır miydin?"
"Siz ..." Dudağımı ısırıp, "Siz Majesteleri," demeden kendimi durdurdum. Anne'i bulmak için
etrafıma bakındım, şimdi yanımda olmasını, hazırcevaplılığını hizmetime sürmesini her şeyden
çok isterdim.
"Sana Nezaket demişler, unutma," diye hatırlattı bana.
Kendi altın rengi maskemin deliklerinden ona gülümsedim. "Evet, Nezaket demişler," dedim.
"Ve sanırım öyle davranmam gerekirdi."
Müzisyenler dansı bitirip kralın emrini bekledi. "Maskeler çıksın!" dedi kral ve kendi maskesini
yırtarak yüzünden çıkardı. Karşımda İngiltere kralını gördüm, harika bir numarayla şaşırmış
gibi ağzımı açtım, sonra da sendeledim.
"Bayılacak!" diye bağırdı George. Her şey muhteşem bir biçimde gelişti. Kendimi kralın
kollarına bıraktığımda, Anne yılan gibi hızla gelip maskemi tutan firketeleri çıkarttı ve gayet
zekice bir hareketle başlığımı çekip sapsarı saçlarımın nehir gibi kralın kollarına akmasını
sağladı.
Gözlerimi açtığımda yüzü çok yakınımdaydı. Saçlarında-ki parfümü koklayabiliyordum, nefesi
yanağımdaydı, dudaklarına baktım, beni öpecekmiş kadar yakındı.
"Bana nazik olmalısın," diye hatırlattı.
"Siz kralımızsınız..." dedim inanamayarak.
"Evet ve sen bana nazik olacağına söz verdin."
"Siz olduğunu bilmiyordum, Majesteleri."
Beni yavaşça kucaklayıp pencereye götürdü. Pencereyi kendi eliyle açtı, içeri serin hava geldi.
Başımı geriye savurup rüzgârda saçlarımı dalgalanmaya bıraktım.
22 ¦ Philippa Gregory
"Korkudan mı bayıldın?" diye sordu, oldukça alçak bir
sesle.
Gözlerimi ellerime diktim. "Sevinçten," diye fısıldadım, itirafta bulunan şirin bir hakire gibi.
Başını eğip ellerimi öptü, sonra ayağa kalktı, "Artık yemek zamanı!" diye bağırdı.