yaralanmanın zaten kötü giden seferinde geriye kalan son akıl kırıntılarını da yok etmesin
diye dua etmekten baĢka bir Ģey yapamıyordu. Kutupta iki bin kilometrelik karayolunu,
denizi ve nehirleri geçip yemek bulabileceklerini tahmin etmiyordu. O gün on altı kiĢiyi de
doyurmaya yetecek kadar yemeği herkese dağıttı. Franklin daha sonra yerlilerin
kendilerine yemek sağlamak için ava çıkacaklarını ve onları doyuracaklarını umuyordu.
Yerliler onların hayatta kalmalarını sağlıyor, çantalarını taĢıyorlar ve huĢ ağacından
yapılma kanolarını çekiyorlardı.
HuĢ ağacından yapılma kanoları getirmek bir hataydı. Bu olaydan yirmi üç yıl sonra
bunu itiraf ediyordu - en azından kendine. Kuzey sahili boyunca buzun tıkadığı sularda
daha birkaç gün ilerleyebilmiĢken, Resolution Limanı'ndan ayrılalı bir yıl olmuĢken, bu ince
araçlar parçalanmaya baĢladı.
Gözleri kapalı, alnı yanar, baĢı zonklar halde Jane'in dedikodularını yarım kulakla
dinlerken Back ve Hood'un kamarasının on beĢ adım ilerisinde düelloya baĢlamalarını ve
ateĢ açmaya hazırlanmalarını ve bu arada kendisinin ağır uyku tulumuna sarınıp gözlerini
kapayıĢını hatırladı. ġaĢkın vahĢiler ve ĢaĢkın yolcular -bu yolcular da pek çok bakımdan
en az onlar kadar vahĢi sayılırlardı- bu ölümüne düelloyu eğlence aracı olarak
görüyorlardı. Franklin'in hatırladığı kadarıyla YeĢilçorap o sabah neredeyse erotik bir ıĢık
saçıyordu.
Tulumuna sarılı, elleriyle kulaklarını kapamıĢ olduğu halde Franklin düelloyu
yöneten kiĢinin verdiği emirleri duyabiliyordu: Yürü, arkanı dön, niĢan al ve ateĢ et.
Sonra ateĢ almayan silahlardan iki cılız "klik" sesi geldi. Sonra kalabalık kahkahaya
boğuldu.
Düelloyu yöneten yaĢlı Ġskoç denizci, John Hepburn, hiç de bir beyefendi
sayılamayacak bu adam geceleyin iki silahı da boĢaltmıĢtı.
Gülmekten kırılan yolcular ve ellerini dizlerine vuran yerliler güruhundan rahatsız
olan Hood ve Back farklı yönlere doğru yürümeye baĢladılar. Bu olaydan kısa süre sonra
Franklin George Back'e Hudson Körfezi ġirketi'nden daha fazla yiyeceği bulundukları yere
getirmesini emretti. Back kıĢın çoğunu yollarda geçirmiĢti.
Franklin ayakkabılarını yemiĢ ve kayalardan kazıdıkları likenle hayatta kalmıĢtı - bu
öyle bir yemekti ki saygın bir Ġngiliz köpeğini bile kusturmaya yeterdi. Ama hiçbir zaman
insan eti yememiĢti.
Sonuçlanmayan düellodan bir yıl sonra Franklin'in grubundan ayrılan Richardson'un
grubu içinde bulunan yarı deli bir yerli olan Michel Teroahaute, yarsubayı, sanatçı ve harita
çizicisi olan Robert Hood'u alnının ortasından vurmuĢtu.
Bu yerli cinayetten bir hafta önce büyük bir parça eti açlıktan kıvranan topluluğa
getirmiĢ, ısrarla bazen bunun bir geyik tarafından öldürülmüĢ bir kurt olduğunu, bazen de
bu hayvanı bir geyik boynuzu kullanarak kendisinin öldürdüğünü söylüyordu -ikide bir
hikâyesini değiĢtiriyordu. Açlıktan kudurmuĢ topluluk üyeleri getirilen eti piĢirmiĢ ve
yemiĢlerdi ama daha sonra Doktor Richardson etin derisi üzerinde belli belirsiz bir dövme