Best'in bu soru üzerine bir an kafası karıĢır gibi oldu ama sonra hemen toparlandı.
"Ah, Teğmen Gore bize sizin emirlerinizi yerine getirdiğini söyledi, komutanım. Kamptaki
yemeğimiz yıldırım düĢmesi sonucunda mahvolunca ve çadır zarar görünce, takımın
büyük kısmının denizdeki kampa geri dönmesi gerekiyordu. Teğmen ve benim kıyı
boyunca güneyde bir yere ikinci mesajı bırakmamız, açık deniz olup olmadığını
öğrenmemiz gerekiyordu. Açık deniz yoktu. Bir iĢaret bile yoktu. Suyun olduğunu gösteren
karanlık gökyüzünün lanet olası bir yansıması bile yoktu."
"Ne kadar uzağa gittiniz, Best?" diye sordu Fitzjames.
"Teğmen Gore, kar ve buzul boyunca güneye gidip de büyük bir körfeze
ulaĢtığımızda yaklaĢık altı buçuk kilometre ilerlemiĢ olduğumuzu tahmin etti, komutanım...
bir yıl önce Beechey'de kaldığımız körfeze benziyordu. Ama siste, rüzgârda, buzda ve
hatta anakarada altı buçuk kilometrenin ne anlama geldiğini bilirsiniz. Muhtemelen altı
buçuk kilometre gidebilmek için on altı kilometre yol teptik. Yazlan buralarda gördüğümüz,
körfezlerdeki kıyı ve buz arasında bulunan azıcık suyu bile bulamadık. Bu yüzden körfezin
ucuna yürüdük, oradaki burun boyunca dört yüz metre kadar daha ilerledik. Burada
Teğmen Gore ve ben bir tepecik yaptık - tabii bu Kaptan Ross'unki kadar yüksek ve
gösteriĢli olmadı. Ama sağlam ve herhangi birinin hemen görebileceği kadar yüksek oldu.
Oradaki topraklar çok düz, yürüyen bir insan her türlü engebeden daha uzun oluyor. Göz
hizasına kadar gelecek Ģekilde taĢlan yığdık, teğmenin söylediğine göre ilk mesajın aynısı
olan ikinci mesajı pirinç silindire koyup tepeciğe yerleĢtirdik.
"Sonra geri mi döndünüz?" diye sordu YüzbaĢı Crozier.
"Hayır, komutanım," dedi Best. "Ġtiraf etmeliyim ki çok yorulmuĢtum. Teğmen Gore
da öyle. Bütün gün yürümek çok zor olmuĢtu, buz bacalarını bile aĢmakta zorlanmıĢtık.
Hava sisli olduğu için ancak sis kalktığı zaman oradaki kıyıyı görebiliyorduk. Tepeciği
yaptığımızda ve mesajı bıraktığımızda öğle olmuĢtu. Teğmen Gore kıyı boyunca on ya da
on bir kilometre daha güneye yürümemiz gerektiğini söyledi. Etrafımızı bazen
görebiliyorduk, çoğu zaman göremiyorduk. Ama duyabiliyorduk.
"Neyi duyuyordunuz?" diye sordu Franklin.
"Bir Ģeyin bizi izlediğini, Sör John. Büyük bir Ģeyin. Nefes alıyordu. Bazen biraz
uluyordu... bilirsiniz, ayılar gibi... sanki öksürürmüĢ gibi ulurlar."
"Bunun bir ayı olduğuna emin misin?" diye sordu Fitzjames. "Etraftaki en büyük
yükseltilerin insanlar olduğunu söylemiĢtin. Eğer sizi bir ayı takip etseydi, sisin kalktığı
zamanlarda onu görebilirdiniz."
"Evet, komutanım," dedi Best. KaĢlarını öyle bir çatıyordu ki dokunsalar ağlayacak
gibiydi. "Yani, hayır komutanım. Onun bir ayı olduğuna emin olamadık. Aslında olabilirdik.
Olmalıydık. Ama olmadık ve olamadık. Bazen tam arkamızda kükrediğini duyuyorduk sisin içinde beĢ metre. Ben tüfeğimi, Teğmen Gore ise tabancas