… Köketay çok güzel genç bir bayana döndü. Köketay, Begimbet isimli zengin adamın biricik kızı. Ay gibi bembeyaz yüzlü. Arkasında uzun kalın örülmüş saçları. Sözleri baldan da tatlı. Etraftaki tüm güzellere nazaran herkesin nazarı Köketay’ da idi. Begimbet’ in arkadaşı Tanjarık oğlu Yesen’ e bu kız daha beşikteyken adanmıştı. Yakında istemeye de geleceklerdi. Fakat, Köketay’ ın gönlü rahat değildi. Yün işleyip nakış yapsa da, şarkı söylese de, uzun örülmüş saçlarına şaşbau( saçın ucuna bağlanan bağ) örse de bir düşünceden kurtulamadı. Keçiden yapılan evin( Kazakların eskiden oturdukları çadırları) keregesinden( çadırın yuvarlak duvarını oluşturan ağaç birbirine geçirilen teller) bakıp, duyulan sesleri dinleyip, uzaklara baktı …
Bir gün gecenin yarısında nenesinin sol tarafında yatan Köketay çok güzel bir müzik sesinden uyanır. İşte o gencin sesi karanlık geceyi müzikle sarıp, güzellik alemine götürüyordu sanki. Şarkı sesi uzaklaştı. Sessiz, sakin, aylı bir gece. Adamın sesi içten ve temiz. Gece yarısı çadır keregesinden bakan kız içini çekti. Şarkı sesi uzaklaştı. Yatağına geri gelip yattı. O müzik. Kalbine dokundu.
“ Bizim yılkılarımızın boynu rengârenk, Su içer aydın gölden ve oynar.
Durduğumda pelin otunun üzerinde heyecanlanıp, Aklım hep sevgilime gider”
At çobanının şarkısı işte buydu. Sopalı at çobanı. İki insanın gücü olan, dombıra( Kazak halkının milli çalgısı) çalıp şarkı söyleme yeteneği olan, kökpar çeken, güreşte kahramanları yıkacak kadar güçlü, siyah kıvırcık saçlı, ateş gibi yanan gözleri olan atlara bakan çoban- Asalı’ dır bu. Tek bir can bile yakını olmayan, tek bir hayvanı bile olmayan yabancıdır at çobanı Asalı. Geçenlerde kızlarla beraber Jem’ e su almaya gittiğinde bunların yolunu kesip,
-İyi misin, güzel kiz Köketay! – dedi. Köketay birden ürktü. Zengin adamın nazlı, serbest ve şımarık büyüyen kızı“ sen de kimdir” diyecesine gözlerinden ateş saçarak atla gelen üzerinde fakir elbiseli olan delikanlıya baktı. Yiğidin esmer yüzü, düpdüz burnu, özellikle şefkatli gözleri sanki bir sırı dökmek istiyordu. Köketay
sesini çıkarmadan yoluna devam etti. Delikanlı kızın peşinden geldi. O andan beri Köketay güzelin gönlüne bir telaş, bir huzursuzluk duygusu girdi. Nereye baksa da, o delikanlı“ İyi misin, güzel Köketay!” diyordu sanki. Gece oldu. Ayın su üstündeki yansıması titriyordu. Yılkıların( atların) güçlü ayak sesleri geldi. Köketay’ ın yüzü kızardı, kalbi atmaya başladı. Yiğit yüksek sesle o güzel şarkısını söyledi … Yanında yatan nenesi yan döndü de,“ Şu zavallı gecenin yarısında köyün yanına gelip neden durmadan şarkı söylüyor. Uyutmadı, salak! Yarın dizginini süpürüp, kovmazsam olmaz” diyerek söylendi ve tekrar uykuya daldı. Uykusuz, çaresiz Köketay nice düşüncelere kapıldı. Ertesi gün kız yengesin çadırına gelir ve yalvararak içindeki sırını anlatır. Yengesine,“ Serin rüzgar esen gecede, yalnız ve sessiz, uykusuzlukta yüreğimi yakan, düşüncelerimi karıştırıp gece yarısı şarkı söyleyen delikanlı kim, biliyor musun, yengem? Nazlı Köketay’ ın can sınıra sarılan bu isteği anlar mısın, yengem? İçine dert gibi giren Köketay’ ın hüznüne, hasretine ve hayalindeki isteğine bakar mısın, yengem? Bir çözüm bulur musun, elçi olmaya yarar mısın, yengem? Veya kimsesiz, tek, fakir at çobanı Asalı mı dersin? Veya zengin beyler varken bu Asalı delikanlının zayıflığı mı dersin? O yiğitten bana bir haber getir” der.
Yengesi kafasındaki şarkatını( yünden örülen kışlık bayan örtüsü) bir o tarafa, bir bu tarafa çeker, rengi kaçar, bir oturur, bir kalkar. Köketay’ ın huyunu biliyordu. Söylemez. Söylediyse de vazgeçmez. Ne çare? Zaman kısıtlı. Alnından ter döküldü. Ağzına gelen,“ Ah, güzelim! Ne diyebilirim?! Hangi kız sevgilisine kavuşmuş? Sen çoktan adandın. Zengin yuvan var. Ne yapabilirim, tependeki dört ağabeyin, tam bir dört kurt misali. Yaptıklarını affederler mi?“ El kulağıelli” derlermiş, dese de ikiniz de kılıca kurban olup gideceğiz. Dikkat et, nazlım” sözleri oldu. Fakat, Köketay dediklerinden vazgeçmedi. Şerban geldi aklına.
Bu ailenin koylarına bakan çobanların içinde kalbi yaralı, üzgün yüzlü bir yetim çocuk vardı. Ondaki sakinlik doğuştan mı geçti diye düşünürsün. İşte o çocuk öğlen köyden su alıp gitmeye gelmiş. Haberci olmaya bu çocuk tam uyuyordu. Ocakların bulunduğu odaya giren Şerban birşeyleri bakmış gibi, bilerek elindeki tabağı yere düşürür. Ocağın başındakiler, içinde çoban çocuk da var, sesin gelen tarafa boyunlarını çevi-
TELMİH | 52 | SAYI: 1 YIL: 1