Telmih Dergisi 1. Sayı Şiir, Hikaye, Makale, Fotoğraf | Page 52

ki! Nefeslerdeki bilmeceler sihirliydi, gizemliydi. Define haritasını bulmak kadar heyecanlı, haritayı çözmek kadar mutluluk vericiydi. Hayatlarında bedensel rahatsızlıklarıyla boğuşup, ruh ve beden arasında köprü kuran yazarlarda vardı. Peyami Safa, Dostoyevski, Oğuz Atay gibi. Safa’nın çocukluğu hastanelerde geçer. Yazdığı kelimelere ilaç kokuları yapışmıştır. Hastanenin beyaz duvarları sayfaları olmuştur ve yazmıştır o beyaz hastane duvarlarına “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” romanını. Bu romanın ıstırabı da buradan gelir. Dostoyevski’nin sara hastalığı, Atay’ın zatürreesi ve Haşim’in bitmek bilmeyen ağrıları roman sayfalarına bir ceket gibi asılıvermiştir ve ruhlarını incitmiştir. Yazar da hastalanır tabi. Ruhu hastalanır, bedeni hastalanır. İnsandır o da. Etten kemiktendir bizim gibi. “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye Göründüm” der ya Yunus Emre, onun gibi farklı farklı bedenlerde ve yüreklerde yaşarlar. Kaç okuru varsa o kadar kalbi vardır yazarın. Öl-dükten sonra bile aramızda gezinmeleri bu yüzdendir. Hala bu kadar diri kalmaları, bu kadar yaşatmaları düşüncelerini beyinlerimizde. Bir bıçakla ağaca değil zamana kazımışlardır isimlerini. Her isim sönmeyen bir yıldızdır gökyüzünde. O yıldızlar ihtiyaçtır bedenlerimize. Gece olunca, karanlık çökünce şu pek de tekin olmayan dünyaya aydınlık bekleriz gökyüzünden. Aydınlatın bizi yıldızlar, aydınlatın ki dünyadaki her kötülük biraz daha azalsın, biraz daha kurusun kötülüklerin kökleri. Cennetin kökleri esir alsın dünyayı ve içindekileri! O yıldızlar ki çürütmezler kökleri bilirim. Çünkü cennette yazmanın büyüsü vardır. Ve ne olursa olsun cenneti kazanmak için her şeyin bir bedeli vardır. İşte o da bu büyülü yolculuğun kadere olan yazgısıdır. TELMİH | 50 | SAYI:1 YIL:1