Telmih Dergisi 1. Sayı Şiir, Hikaye, Makale, Fotoğraf | Page 51

vermemişlik olamaz elbette. Bazısı ailevi problemlerinden dolayı bunalıma girmiştir bazısı da yazma yeteneğini kaybettiği duygusuna kapılmıştır. İngiliz-feminist yazar Virginia Woolf hayatı boyunca hep bunalımlı bir hayat yaşamıştır.“ Perde Arası” romanını yazarken yazma yeteneğini kaybettiği fikrine kapılmış ve bu düşünceye savaşın getirdiği korku da eklenince Woolf için en iyi seçenek intihar etmek olmuştur. Kızmalı mıyız ona? İntihar edecek ne var mı demeliyiz herkes gibi. Böyle yapanlar vardır belki ancak ben onlardan biri değilim, kimseyi seçimlerinden dolayı yargılayamam. Yargılayanlardan kaçı hem psikolojik hem fiziksel bir savaşın içindedir? Evinin yakınındaki nehre atmıştır ünlü yazar kendini. Hem de ceplerine taşlar doldurarak. Ölmek bu kadar acı ve bu ölüm yolu bir o kadar trajik. Sanki Woolf ceplerindeki taşlara bütün sıkıntılarını koymuştur. Belki de onları bile bırakmak istememiştir bu pek de mutlu olmadığı dünyada. Ne yazık ki Woolf’ un intihar mektubu Gary kadar gülümsetici olmamıştır.“ Yaşamak neden bu kadar içler acısı, neden bir uçurumun yanı başından geçen daracık bir yol gibi” diyerek veda etmiştir bizlere. Bu son sözleri bence onun ne derece tükendiğini gösteriyor ve Woolf her nefesindeki o dayanılmaz acıyı, o sıkışmışlığı ve çaresizliği okurlarına unutturmak istemiyor. Kendilerini kötü hissetsinler diye değil, sadece akıllarının bir köşesinde kalabilmek için.
Bir yazarın kendisini toplumdan soyutlaması beklenemez. Yazar, cam bir fanusun içinde kendini etrafındaki tehlikelere karşı korumaya çalışan biri değildir ki. Bu somut tehditler olsaydı eğer işleri belki de daha kolay olurdu. Normal insanlar gibi tepkiler verebilirlerdi. Onlar bu zamanın esirlik duygusundan kaçmak için kelimelerin o büyülü dünyasına atlamışlardır. Ve o büyünün kaybolduğunu düşünenler de kendini büyük bir hezeyanın ortasında bulmuştur. Woolf gibi sıkı bir feminist olan ve genç yaşta hayatına son veren Sylvia Plath de kelimelerin büyülü dünyasına erken veda eden yazarlardan. Cam fanusa hapis olmamak için, ben de varım, yaşadım bu hayatta demek için hayatını anlattığı Sırça Fanus’ u yazmıştır, kim bilir?
Yazmak neden bu kadar önemliydi? Yazmayınca ne olurdu? Dünya mı batardı, kıyamet mi kopardı? Göktaşlarımı yağardı biz okurların kafalarına? Uzaylılar mı kaçırırdı yazarları? Yazmak önemliydi. Yazamayınca bunalıma girecek kadar, çıldıracak kadar önemliydi. Sait Faik’ i kapatsaydık eğer bir yere ve alsaydık elinden o çok değerli kalemini ve kâğıdını çıldırabilirdi. Zaten bu durumu“ yazmasam deli olacaktım” cümlesiyle kendisi de açıklamıştır bizlere. Yazmak bence hem kaçış hem hapsoluşun hikâyesi. Kaçmak istemek kaçamamak, kalmak istemek kalamamak. Ne kadar kaçarsan kaç olmaz, kelimeler bırakmaz yakanı. Kelimelerde bilir ait oldukları yüreği ve zamanı gelince gitmeyi. Ne kadar kalmak için dirensen de uçmak istersin uzak diyarlara. Tatmak istersin göçmen kuşların da duygularını. Bu öyle bir aşk ki yürekte iki göğsünün arasında bir kıpırdanış, bahar kelebekleri gibi yeniden doğuş. Tatlı bir heyecan, zorlu bir yol. Çünkü şartlar zor, insanlar zor, hayat zaten başlı başına zor bir muamma. Yine de pes etmez kalem sevdalıları. Hatta kitabı basılmayınca bile çıldıran yazarlar olmuştur, John Kennedy Toole gibi. Kitabı basılmadığı için bir insan canına kıyabilir mi, kıyıyor işte. Bu yüzden yazmak önemliydi, yazdıklarının okunması ve okunduğunu bilmek önemliydi. Yüreklere dokunabilmek ve değiştirebilmek o yürekleri önemliydi. Gerçek nefesi almaktı yazmak. Yaşadığını hissetmekti ve hissettirmekti dünyaya. O nefeslerdeki acılar bile kelime avcıları için o kadar tatlıydı
TELMİH | 49 | SAYI: 1 YIL: 1