Kuşkusuz Carl Sagan yaşamın başlangıcına
ilişkin sorular soran ilk bilim insanı değildi.
Ondan yarım yüzyıl sonra İsrailli kimyacı
Addy Pross 2012 tarihli Yaşam Nedir?
adlı kitabında “Canlı ve cansız varlıklar
çarpıcı biçimde farklı olmalarına karşın,
bu iki madde biçiminin birbiriyle nasıl bir
ilişki içinde oldukları sorusu kışkırtıcı bir
bilmece olarak duruyor” saptamasıyla
Sagan’ın peşinden gittiği muammanın hâlâ
çözülemediğini doğruluyor. Ancak Sagan’ın
dikkat çektiği, bilim çevrelerini harekete
geçiren husus, karbon temelli olmayan
bir yaşamın olanağı. Nasıl ki dünyadaki
yaşam, Sagan’ın da içinde bulunduğu
pek çok bilginin kabul ettiği şekilde
bazı yıldızlardan gezegenimize düşmüş
inorganik maddelerin tepkimesi ve bunun
Sagan Güneş Sistemi’nde veya başka
galaksilerde hayat olup olmadığını yalnızca
kuramsal çalışmalarıyla irdelemez. SETI
(Search for Extra-Terrestrial Intelligence/
Dünya Dışı Akıllı Varlık Araştırması) projesine
danışmanlık yapar. NASA tarafından
desteklenen çalışmanın en bilinen etkinliği
hedeflenen bazı gök cisimlerine radyo
dalgaları yollamaktır. Dalgaların insan
ömrünün çok üzerinde bir zamanda
hedeflenen yere ulaşabileceği gerçeği
başta olmak üzere çeşitli zorluklara rağmen
Stephan Hawking’in de projeyle ilgilendiği
bilinmektedir.
karbon temelinde canlılığa dönüşmesiyle
oluşmuşsa evrenin herhangi bir yerinde
başka bir temelde filizlenmiş veya etkin hale
gelebilecek yaşamın olabileceğini bir çırpıda
yadsıyamayız. Sagan bu görüşünü evrenin
genişliği çerçevesinde temellendirir. Güneş,
benzeri yıldızlara göre oldukça küçük ve
düşük enerjili bir yıldızken, onun etrafında
kurulmuş sistemde sadece Dünya üzerinde
yaşam olması Sagan’a göre “çok büyük bir
yer israfı”dır.
400’ün üzerinde bilimsel makaleye
imza atan Carl Sagan bilimin üniversite
veya laboratuvar duvarları arasına
hapsedilmemesinden yanadır. Bilimsel
yöntem ve bilgi halk kitlelerine de
ulaşmalıdır ona göre. Bu yüzden yazılarında
meslekten olmayan kişilerin de kolayca
kavrayabileceği bir dil kullanır, buna uygun
örneklerden yararlanır. Ona dünya çapındaki
ününü getiren Kozmos belgeselinde
kullandığı “Kozmik Takvim” benzetmesi
konuyu basitçe anlaşılır kılar. Bu takvime
göre evrenin oluşumunu 1 Ocak kabul
edersek içinde yaşadığımız Samanyolu
galaksisi 15 Mart’ta şekillenmeye başlamıştır.
16 Eylül’de gezegenimize ilişkin ilk belirtilere
rastlanırken dünyadaki yaşam 21 Eylül’de
ortaya çıkar.
20