TED Meşale Dergisi 28.Sayı | Page 21

Kuşkusuz Carl Sagan yaşamın başlangıcına ilişkin sorular soran ilk bilim insanı değildi. Ondan yarım yüzyıl sonra İsrailli kimyacı Addy Pross 2012 tarihli Yaşam Nedir? adlı kitabında “Canlı ve cansız varlıklar çarpıcı biçimde farklı olmalarına karşın, bu iki madde biçiminin birbiriyle nasıl bir ilişki içinde oldukları sorusu kışkırtıcı bir bilmece olarak duruyor” saptamasıyla Sagan’ın peşinden gittiği muammanın hâlâ çözülemediğini doğruluyor. Ancak Sagan’ın dikkat çektiği, bilim çevrelerini harekete geçiren husus, karbon temelli olmayan bir yaşamın olanağı. Nasıl ki dünyadaki yaşam, Sagan’ın da içinde bulunduğu pek çok bilginin kabul ettiği şekilde bazı yıldızlardan gezegenimize düşmüş inorganik maddelerin tepkimesi ve bunun Sagan Güneş Sistemi’nde veya başka galaksilerde hayat olup olmadığını yalnızca kuramsal çalışmalarıyla irdelemez. SETI (Search for Extra-Terrestrial Intelligence/ Dünya Dışı Akıllı Varlık Araştırması) projesine danışmanlık yapar. NASA tarafından desteklenen çalışmanın en bilinen etkinliği hedeflenen bazı gök cisimlerine radyo dalgaları yollamaktır. Dalgaların insan ömrünün çok üzerinde bir zamanda hedeflenen yere ulaşabileceği gerçeği başta olmak üzere çeşitli zorluklara rağmen Stephan Hawking’in de projeyle ilgilendiği bilinmektedir. karbon temelinde canlılığa dönüşmesiyle oluşmuşsa evrenin herhangi bir yerinde başka bir temelde filizlenmiş veya etkin hale gelebilecek yaşamın olabileceğini bir çırpıda yadsıyamayız. Sagan bu görüşünü evrenin genişliği çerçevesinde temellendirir. Güneş, benzeri yıldızlara göre oldukça küçük ve düşük enerjili bir yıldızken, onun etrafında kurulmuş sistemde sadece Dünya üzerinde yaşam olması Sagan’a göre “çok büyük bir yer israfı”dır. 400’ün üzerinde bilimsel makaleye imza atan Carl Sagan bilimin üniversite veya laboratuvar duvarları arasına hapsedilmemesinden yanadır. Bilimsel yöntem ve bilgi halk kitlelerine de ulaşmalıdır ona göre. Bu yüzden yazılarında meslekten olmayan kişilerin de kolayca kavrayabileceği bir dil kullanır, buna uygun örneklerden yararlanır. Ona dünya çapındaki ününü getiren Kozmos belgeselinde kullandığı “Kozmik Takvim” benzetmesi konuyu basitçe anlaşılır kılar. Bu takvime göre evrenin oluşumunu 1 Ocak kabul edersek içinde yaşadığımız Samanyolu galaksisi 15 Mart’ta şekillenmeye başlamıştır. 16 Eylül’de gezegenimize ilişkin ilk belirtilere rastlanırken dünyadaki yaşam 21 Eylül’de ortaya çıkar. 20